@article{article_1252572, title={ORTA ÇAĞ’DA HÂREZM TİCARETİ}, journal={Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi}, pages={75–94}, year={2023}, DOI={10.53718/gttad.1252572}, author={İzbul, Eren}, keywords={Khwarezm, Economy, Trade, Otrar Incident}, abstract={Hârezm, siyâsî tarihi antik çağlara kadar dayanan Yakın Doğu’nun en önemli merkezlerinden biridir. Bölge hakkında ilk tarihsel kayıtlara Yunan tarihçi Herodotos’un Historia’sında rastlamaktayız. Herodotos’un “Khorasmia” adını verdiği bölge, II. Kyros zamanında Pers İmparatorluğu’na bağlanmıştır. Kyrostan sonra İmparator Dairus devrinde ise, devlette mühim bir idârî reform gerçekleşmiş, bu reform doğrultusunda ülke toprakları satraplık denilen parçalara ayrılmıştır. Behistun yazıtından öğrendiğimiz kadarıyla Pers İmparatorluğu’ndaki satraplıklardan birisi de Hârezm idi. Herodotos’un kayıtlarından bağımsız olarak söyleyebiliriz ki, kuvvetle muhtemel antik devirlerden itibaren Hârezm bölgesinde otonom bir siyâsî yapı kurulmuş ve Hârezmşâhlık dediğimiz müessese ortaya çıkmış, bölge çeşitli sülâleler tarafından yönetilmiştir. Tespit edebildiğimiz ilk Hârezmşâh sülâlesi Afrigoğulları’dır. Milâttan önceki devirlerden 995 senesine kadar bölgede hâkimiyet tesis eden Afrigoğulları, 995 yılında yerini Me’mûnoğulları’na bırakmış ve Hârezmşâhlık müessesesi el değiştirmiştir. 995-1017 yılları arasında Hârezm’i yönettiğini gördüğümüz Me’mûnoğulları sülâlesi ise 1017 senesinde Gazneli Sultân Mahmûd tarafından ortadan kaldırılmış ve Sultân Mahmûd’un hâcîbi Altûntâş, Hârezmşâh ilân edilerek bölgede Gazneli hâkimiyeti sağlanmıştır. Bölgenin coğrafî konumundan kaynaklanan bir ayrıcalığı bulunmaktaydı ki o da doğu ile batıyı birleştiren bir kavşak noktası oluşudur. Bu doğrultuda, Çin, Hindistan ve özellikle Mâverâünnehr gibi doğu memleketleri, Avrupa ile ticârî bağlantısını Hârezm üzerinden gerçekleştirmekteydi. Hârezm, sadece doğu-batı eksenindeki ülkeleri birleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda, kuzey-güney ekseninde, İslâm ülkeleri ile kuzey halkları arasındaki ticârî bağlantıyı da sağlamaktaydı. Bölgedeki ticârî emtiaya bakacak olursak Hârezm, pamuklu ve yünlü tekstil malzemelerinin üretimi ve ihracatında Yakın Doğu’nun önde gelen merkezlerinden biri durumunda idi. Ayrıca, her ne kadar çeşitli ipek üretim atölyelerinin varlığını bilsek de ipekli ürünler, yünlü ve pamuklu ürünlere nazaran daha az üretilmekte ve satılmaktaydı. Tekstil alanında Hârezm’in öne çıktığı diğer sektör ise çeşitli hayvan derilerinin ticaretiydi. Nitekim ormanlık alan bakımından zengin olan Hârezm’de tilki, sincap, kakım vs. gibi hayvanların bolca görüldüğü karşımıza çıkmaktadır. Besin sektörü de bölgenin ticârî potansiyelinde önemli yere sahiptir. Hârezm’e has karpuzlar, tüm Yakın Doğu’da beğeniyle tüketilmekteydi ve İbn Battûtâ’nın kayıtlarından anladığımız kadarıyla bu karpuzlar Çin ve Hindistan’a kadar satılmaktaydı. Bölgenin besin sektöründe ön plana çıktığı diğer sektör ise balıkçılık idi. Kaynaklardan anladığımız kadarıyla, küçük ölçekli bir şehir olan Hâlicân, Hârezm’in en fazla balık avlanan ve satılan bölgesi olarak karşımıza çıkmaktadır ki söz konusu balık ticaretinde en sık temas kurulan halkın Oğuzlar olduğunu bilmekteyiz. Hârezm’de ithal edilen ürünlerin başında şüphesiz değerli madenler gelmektedir. Nitekim İslâm kaynaklarından anlaşıldığı üzere, bölgede özellikle altın, gümüş ve bakır kıtlığı bulunuyordu. Bu doğrultuda Hârezm halkının ihtiyaç duyduğu değerli madenler genellikle komşu ülkelerden, özellikle Mâverâünnehr (Ferganâ)’den temin edilmekteydi. Çalışmamızın son bölümünü teşkil eden Otrâr Hadisesi’nin nedenleri de Hârezm’deki maden kıtlığı ile birlikte düşünüldüğünde daha rahat anlaşılacaktır. Orta Çağ Hârezm ekonomisinde ayrı bir parantez açılması gereken başka bir husus ise köle ticâreti idi. Nitekim Bağdâd ve Basra gibi doğunun en önemli köle merkezleri arasında Hârezm de zikredilmektedir. Ayrıca, Guy L. Strange’un X. yüzyılda Hârezm’deki ana ekonomik endüstrinin köle ticareti olduğunu düşünmesi, bölgenin bu sektördeki önemini ortaya koymaktadır. Çalışmamızın belki de en mühim bölümü Otrâr Hadisesi’ni ele aldığımız son bölümdür. Siyâsî açıdan bakıldığında sözünü ettiğimiz olay, Yakın Doğu’da Moğol İstilâsı’nın başlangıcını temsil etmesi nedeniyle Türk-İslâm tarihinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Ancak biz bu çalışmamızda Otrâr Hadisesi’ne ticârî açıdan yaklaşarak kaynaklardan edindiğimiz bilgiler ışığında, meydana gelen olayın bölgedeki değerli maden kıtlığından kaynaklandığı görüşünü savunmaktayız.}, publisher={Özgür TÜRKER}