@article{article_126887, title={Dahabir -Eğitim Yöneticilerinin Yetiştirilmesi-}, journal={Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi}, volume={30}, pages={149–151}, year={2002}, author={Açıkalın, Prof. Dr. Aytaç}, keywords={adıtor notes}, abstract={Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, kuruluş amacına ve yıllardır sürdürdüğü davasına (misyonuna) uygun bir etkinliği, “21. Yüzyıl Eğitim Yöneticilerinin Yetiştirilmesi” sempozyumunu 16-17 Mayıs 2002 günleri gerçekleştirdi. Eğitim yöneticiliği ve deneticiliği alanında hissedilen gereksiz uyumluluk ortamında bu çıkış, derindeki bir beklentiyi karşılıyordu. Bu bilimsel çalışma ortamına taşra üniversitelerinden, ilçelerdeki fakülte ve yüksekokullardan öğretim üyesi ve öğrencilerin katılımı bu beklentinin bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. Ben toplantının son diliminde, katıldığım paylaşım, müzakere oturumunun (panelin) bir üyesi olarak oturumdaki konuşmaların sorumluluğu doğrudan özüme ait olanları, yani açıklamak olanağı bulduğum görüşlerimi bu sayfalarda bir kez de “Eğitim Yönetimi” okuyucuları paylaşmayı düşündüm. Yıllardan beri “panel” adı altında sürdürülen bu alışılmış iletişim ortamında ilginç rastlantılar yaşandı. Alanda adı geçen, biribirini izleyen üç kuşak ortak bir konu etrafında bir araya gelmişti. Eğitim Yöneticiliği alanının Şeyh-ül Muallimin olarak nitelendirebileceğim Hocamız Prof. Dr. Ziya Bursalıoğlu ile bir sınıf ortamında birlikte olduğum alanın genç ve dinamik elemanları Prof.Dr. Hasan Şimşek ile Prof. Dr. Ali Balcı birlikte olmak güzel bir rastlantıydı. Bu toplantıda Milli Eğitim Bakanlığı en üst düzeyde temsil edilmekteydi. Nitekim yukarıda tanımladığım ilginç üçlü akademik grubu MEB Müsteşar Yard. Sayın Hüseyin ACAR tamamlıyordu. Başlangıçta toplantı için öngörülen ismi: 21. Yüzyıl Eğitim Yöneticilerinin Yetiştirilmesi” irdelemek istedim. Geleceğin derinliklerine yönelik, çok iddialı bir anlatım: “Yıldız Savaşları” gibi. Bu tür geleceği kestirmeye, çok ileri zaman dilimlerini kapsamaya yönelik içeriklerden kaygı duyuyorum. Yirmi yıl sonra Türkiye'de nasıl bir eğitim sistemi olacağını bildiğim zaman, nasıl bir eğitim yöneticisinin yetiştirileceği çok karmaşık bir sorun değildir artık. Ancak ben yirmi yıllık bir süre için kestirim yapmak için zihinsel ve duygusal donanımlara sahip olduğumu sanmıyorum. Geleceği kestirime ilişkin bu sakıngan tutumumu izleyen bir okul müdürü, belki de beni ferahlatmak, cesaretlendirmek için, “Sayın Açıkalın hiç tereddüt etmenize gerek yok, yirmi sene sonra da bizim okullarımız bugünkünden çok farklı olmayacaklardır” demişti. Her şeye karşın benim kılavuz cümlem şudur: Kehanet ihanettir. Eğitim yönetimi alanı konuşulurken, çoğu kez bütünlükten uzak bir seçicilik sezinliyorum. Eğitim yönetimi genelde okul yönetimi olarak değerlendirmekte bu kesimde de genellikle ilköğretim alanı olarak algılanmakta gibi geliyor bana. Öncelikle okul yöneticiliği eğitim yöneticiliğinden farklı bir meslek alanı mıdır? Sorusunu “evet” yanıtına yakın tutmak gerekir. Çünkü eğitim yöneticilerinin yeterlik alanları, okul yöneticilerinden farklıdır. Okul örgüt ve işleyiş olarak diğer eğitim kurumlarından farklıdır. Eğitim yöneticilerinin kararlarının etki alanı okul yöneticilerinden farklıdır. Ancak tüm bu farklılıkları da çok fazla abartmamak gerekir. Bir kurumun teknik, kültürel özelliklerinin yönetimde yarattığı farklılık payı sadece % 10 dur. Bu bakımdan eğitim yöneticilerinin yetiştirilmesinden söz ederken, aslında yöneticilerin yetişmesinden bu kapsamlılığı izleyerek tüm eğitim kurumları için eğitim yöneticisi yetiştirilmesinden söz etmek gerekir. Ne var ki Türkiye, yönetici yetiştirmek konusunda ahvadı, Osmanlı kadar etkili, kökten çözümsel yönelimler ve girişimler içinde olmamıştır. Bu anlamda kamu ve özel kesim boyutlarındaki “yönetici yetiştirme” gereksinimi ve girişimleri sistemin tüm alt ögelerini etkilemektedir. Yönetimin üst sistem oluşundan ve eğitim yönetiminin bütünlüğünden hareket edilirse, yüksek öğretimin yönetimi konusunda gündeme farklı yaklaşımlar gelmektedir. Üniversitede yönetimin akademik kariyere bağlanmış olması, yöneticiliği ve özellikle eğitim yöneticiliğini öğretim üyeliğinden ayrı bir meslek olarak görmeyi engellemektedir. Nitekim bu gün yüksek öğretim, öğretim üyeliği, atama-yükseltme ve seçim üçgeninde yönetsel kısırlığın sancılarını çekmektedir. Bu nedenle yükseköğretimde başta rektörlük olmak üzere yöneticilik düzeylerinin akademik derecelerle bütünleştirilmesi geleneğini yeniden sorgulamak yararlı olabilir. Eğitim yöneticilerinin yetiştirilmesi konusunda bir model arayışı, toplantının en çok konuşulan dilimi oldu. Bu konuda çok farklı görüşlerin varlığını bir zenginlik olarak değerlendirmek olasıdır. Ancak model arayışlarında Amerikan çıkışl}, number={30}, publisher={Pegem Akademi Yayıncılık Eğitim Danışmanlık Hizmetleri Tic. Ltd. Şti.}