Abstract
Toplumları
oluşturan bireyler sadece kişisel bilinçdışını taşımaz diyen Carl G. Jung,
bunun yanına kolektif bilinçdışını da ekler. Ruhbilim dünyasını derinden
etkileyen bu görüş, sonradan edebiyata da yansımıştır. Büyük oranda
antropolojinin ve psikanalizin etkisinde kalan arketipçi edebiyat eleştirisi,
eser merkezli bir okumadır. Arketipler vesilesiyle mitlerin, masalların ve
diğer halk edebiyatı ürünlerinin çözümlemesi yapılabildiği gibi yazarı belli
eserlerin de çözümlemesi yapılabilir. Böylelikle yazarın ruh dünyasının yanında
yazarın mensubu olduğu toplumun da ortak bilinçdışı görülmüş olur. Bir anlamda
edebî eserin antropolojisi yapılarak onda mevcut olan derin kültürel ögelerin
su yüzüne çıkması sağlanır. Başka bir deyişle eserde konuşan yazar değil,
tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bütün bir toplumdur. Mensup olduğu
milletin önemli bir tarihsel evresinde yaşamış Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe
adlı uzun öyküsü/romanı, hem yaşanan yılların hem de kökü derinlerde bulunan
bir varlık mücadelesinin kanıtı niteliğindedir. Öykünün yazıldığı dönemin
karamsar havasını yansıtan bu öykü, aynı zamanda ortak bilinçdışında mevcut
özgürlük ve bağımsızlık iradesinin de beyannamesidir. Sosyopsikolojik bir
derinliği olan bu öykünün kahraman, kötü adam, anne, animus gibi arketipler
açısından incelenmesi esnasında, toplumsal bilinçdışı açısından bol malzeme
barındırdığı tespit edilmiştir. Bu bağlamda edebî eserin tek bir yazarı yoktur,
ismi geçen yazar ancak bir derleyicidir; zira öykünün yazarı bağrında yaşadığı
toplumun kendisidir. Bu çalışmayla ortak bilinçdışının bir yansıması olan edebî
yapıt üzerinden Türk insanının zihin haritası ve toplumsal belleği görülmeye
gayret edilmiştir.