Kelam ilminin ortaya çıkışından itibaren âlem tasavvuru ve yaratılış, özellikle kelam alanında eser veren İslam âlimlerinin en fazla önem verdiği konuların başında gelmiştir. Kelamî ontolojide varlık, kadîm ve hâdis olarak iki kısma ayrılmış ve Allah Teâlâ kadîm, onun gayrısı olan her şey hâdis kabul edilmiştir. Âlemin hâdis/yaratılmış olması Allah’ın varlığı ve birliğine önemli bir delil sayılmıştır. Âlemin bir yaratıcısı olduğunun ispatlanması İslam inanç esaslarının temellendirilebilmesi açısından bir zorunluluk arz etmektedir.
Allah’ın varlığının ispatı meselesinde filozoflar ve kelamcılar çeşitli yöntemler ortaya koymuşlardır. Bunların en meşhuru İmkân ve hudûs delilleridir. Bu deliller başta İbn Rüşd olmak üzere bazı alimler tarafından eleştirilmiş ve toplumun tüm kesimlerine hitap edecek bir delil olmadığı dile getirilmiştir. Bu delillere alternatif olarak, eski çağlardan beri kullanılagelen ve Kur’an’ın da sıklıkla nazara vermiş olduğu gaye ve nizam delili ileri sürülmüştür. Her kesime hitap etmesi ve kolay anlaşılır olması gibi yönleriyle gaye ve nizam delili daha genel bir kullanım alanı bulmuştur. İslam düşünce tarihi boyunca gaye ve nizam delili yöntemiyle Allah’ın varlığını ve birliğini anlatmaya çalışan eserler yazılmıştır. Bu tarz eserler, özellikle son dönemlerde bilimsel gelişmelerin de katkısıyla yeni boyutlar kazanmıştır. Bu çalışmada imkân ve hudûs delillerinin genel yapısı ve eleştirilmesine sebep olan yönleri ana hatlarıyla ele alınıp, felsefî polemiklere çok fazla değinmeden isbât-ı vâcib delillerinin amacına ulaşması bakımından gaye ve nizam delilinin daha dikkate değer olup olmadığı üzerinde durulacaktır. Bu yöntemle kaleme alınmış bazı eserler incelenecektir.
Premodern works of kalām have often started with the subject of the generation of the world (ḥudūth al-ʿālam) as a central theological question. The classical ontology of kalām argumentation divides the world into two categories, eternal (qadīm), and generated (hadīth/muḥdath) – while God is eternal, everything in the universe is generated. The notion that the universe is created and from this, that the existence of the creator can be proven (ithbāt al-wājib) was central to the development of kalām theology. Ithbāt al-wājib, however, does not belong exclusively to the field of kalām, but has also been subject to critique and debate among Islamic and western philosophers who formulated formulated a vast range of arguments to prove God’s existence. Led by Ibn Rushd, they argued that these arguments fail to address all classes of society, and as an alternative, advanced a style of argumentation used since the ancient period and found in the rhetoric of the Qur’an, what this article terms “teleological rhetoric.” Teleological rheotric establishes proof for God’s existence through the use of common yet powerful examples accessible by laymen and scholars alike. Teleological rhetoric has been utilized throughout Islamic thought and can be found in a diverse range of modern and premodern kalām works. This study examines common kalām arugments for the proof of God’s existence, constrasts them with features of teleological rhetoric, and presents a selection of sources where this rheotric was utilized in the Islamic tradition.
Arguments for the existence of god Teleological Rhetoric Contingency (İmkan) Temporality (Huduth) Ibn Rushd.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | July 31, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Issue: 27 |