In this article, the emergence of the concept of"negative justice", which represents a conception of justice that has found many supporters in liberal justice debates, in the history of political and legal philosophy is discussed. It has been argued that this conception is closely related to the distinction between “perfect/imperfect duties", which was much emphasized by natural law thinkers of the 16th-18th centuries. Through this distinction, they have attempted to delimit which parts of the natural moral sphere of mankind are legally conceivable; and for liberal philosophy, these attempts have provided convenient utilities for drawing the boundaries of public authority. The main propositions emerging from these studies are as follows: Justice is the minimum morality. The law seeks to ensure justice, the moral construction of society is not a matter for law. The justice of law is negative in character, neminem laedere, i.e. it is intended to prevent one person from harming to another; not directed towards enabling one person to do good to another. Therefore the acts of charity cannot take the form of legal duties. Law regulates situations that are essential for the mere existence of society. It is reactive, intervening in a deteriorating situation on demand or complaint. Morality, on the other hand, is oriented towards a better existence of society and is proactive before problems arise. Within the framework of all these propositions, this conception of justice, adopted by liberal traditions just like negative liberty, also reflects a perspective that is the opposite of distributive justice.
Bu makalede, liberal adalete dair tartışmalar içerisinde oldukça fazla taraftar bulmuş bir adalet anlayışını temsil eden “negatif adalet” kavramının siyaset ve hukuk felsefesi tarihi içerisinde belirişi konu edinilmiştir. Bu kavrayışın, 16 ve 17.yy. doğal hukuk düşünürlerince çok fazla üzerinde durulan “tam ve eksik ödevler” ayrımı ile yakından ilişkisi olduğu savunulmuştur. Doğal hukukçu filozoflar tarafından, bu ayrım vasıtasıyla, insanlığın doğal ahlâkî sahasının hangi kısımlarının hukuken tasarlanmaya elverişli olduğunun sınırları çizilmeye çalışılmıştır ve liberal felsefe açısından bu sınır çizme girişimleri kamusal otoritenin sınırlarını çizebilmek için elverişli bir malzeme sunmuştur. Söz konusu çalışmalar çerçevesinde ortaya çıkan başlıca önermeler şunlardır: Adalet, asgari ahlâktır. Hukuk, adaleti sağlamaya çalışır, toplumun ahlâki inşası hukukun meselesi değildir. Hukukun adaleti negatif karakterdedir, neminem laedere, yani bir kimsenin bir başkasına zarar vermesini ve kötülük yapmasını engellemeye dönüktür. Bir kimsenin bir başkasına iyilik yapmasını sağlamaya dönük değildir. Bu yüzden hayırseverlik edimleri hukuki ödevler biçimini alamaz. Hukuk, toplumun salt varoluşu için zaruri olan durumları düzenler. Reaktiftir, talep ya da şikayet halinde bozulan duruma müdahale eder. Ahlak ise toplumun daha iyi bir varoluşuna dönük olup, sorunlar daha henüz ortaya çıkmadan proaktiftir. Tüm bu önermeler çerçevesinde, liberal geleneklerce tıpkı negatif özgürlük gibi benimsenen bu adalet kavrayışı, dağıtıcı adaletin de zıttı bir bakış açısını yansıtır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Law and Humanities |
Journal Section | V. 9 I. 2 Research Articles |
Authors | |
Publication Date | September 30, 2024 |
Submission Date | July 1, 2024 |
Acceptance Date | August 28, 2024 |
Published in Issue | Year 2024 Volume: 9 Issue: 2 |