Sosyal bilimler içinde kendini özgün bir disiplin olarak
geliştirme yönünde ilerleyen iletişim bilimleri, felsefe ile henüz doğru bir
ilişki kuramamıştır. Fakat bu sorun, sosyal bilimlerde “olgu”nun tanımlanmasına
ilişkin epistemolojik güçlükten gelen genel bir sorundur. Sosyal bilimlerdeki
“pozitivist”, konvansiyonalist” ve “realist” epistemolojilere karşılık gelen
“izleyici araştırmaları”, “söylem analizi” ve “eleştirel yaklaşım” gelenekleri,
iletişim araştırmalarının felsefeyle ilişkisindeki farklı perspektifleri ifade
eder. Makalemizde, kitle iletişim teorisinin bıraktığı mirasın, iletişim
bilimcilere iletişim pratiği üzerine “karmaşık perspektifler” sunmakta olduğu
ortaya konulmaktadır. Bu çeşitlilik içerisinde, kendini özgün bir disiplin
olarak konumlandırma arzusundaki iletişim bilimlerinin onu felsefeyle yakın
ilişkiye sokacak perspektifi benimsemek durumunda olduğu öne sürülmektedir.
Bunun dayanağı olarak, sosyal bilimlerin kökensel olarak bir “sosyal olgu”
bilimi değil, “sosyal oluş” bilimi olduğu gerçeğinden hareketle, olguların
alanı olan iletişim biliminin ilkelerin alanı olan felsefe ile her zaman yakın
ilişki içinde olması gerektiği söylenmektedir. Bu bağlamda, “realist”
epistemoloji ve “eleştirel yaklaşım” önerilmektedir.
Communication sciences proceeding as a distinctive
discipline within the scope of social sciences was not able to establish a
proper relationship with philosophy. However, this problem stems from the
epistemological difficulty of defining “phenomenon” in social sciences.
“Audience research”, “discourse analysis” and “critical approach” traditions
corresponding to “positivist”, “conventionalist” and “realist” epistemologies
in social sciences, express various perspectives in the relation between
communication sciences and philosophy. Our article renders the idea that the
inheritance of mass communication theory presents communication scientists with
“complicated perspectives” on communication practices. Within this variety, it
is asserted that communication sciences aspiring to position itself as a
distinctive discipline is supposed to adopt a perspective making it establish a
closer relationship with philosophy. Based on the fact that social sciences are
not a science of “social facts” but of “social phenomenon”, it is asserted that
communication sciences, being a scope of the phenomenon should always be in a
close relationship with philosophy, being a scope of tenets. In this context,
“realist epistemology” and “critical approach” are suggested.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | October 10, 2018 |
Published in Issue | Year 2018 Volume: 5 Issue: 18 |