The inheritance law which is the subject of the distribution of the deceased's property to the heirs is a law system that dates back to ancient times and was applied by many societies such as Romans and Jews. One of the societies that adopted the law of inheritance before Islam is the Arabs of Jāhiliyyah (during Arabs’ Al-‘Asr Al-Jāhiliyyah). According to the law of inheritance of the Arabs of Jāhiliyyah, there must be a nesep/blood relationship, friendship treaty/velâ or adoption/tebenni between them in order to be heirs. Because of the hijra, the cause of hijra and brotherhood was added to the related causes of inheritance that were applied by Muslims during the period before the hijra after Islam and these two reasons were abolished after a while. The final version of inheritance law in Islam has been shaped by the descending verse of the Sūrah an-Nisā, related to inheritance.
Under Islamic law of inheritance, which took its final form with the descent of the inheritance verse, Muslims had to have one of the reasons for nasab /blood relationship, nikkāḥ/ marriage and friendship/velâ, between them in order to inherit from each other and there are three important categories of heirs in Islām as aṣhāb- al-furūd (The fixed heirs), aṣabāh-the residuary/agnates, dhawul al-arhām. Aṣhāb- al-Furūd (The fixed heirs), heirs whose shares in the inheritance are determined by nas, aṣabāh-the residuary/agnates is the heirs who are not specified through nas, who inherit from the residue of ashāb-al-Furūd and if no residue, they inherit nothing and are divided into several groups within themselves. Dhawul al-arhām, they are only entitled to inheritance in the absence of the former and the latter. Aṣabāh-the residuary/agnates, one of the categories of heirs, is the subject of our study.
Terekenin mirasçılar arasında taksim edilmesini konu edinen miras hukuku, Müslümanlara özgü olmayıp İslâm öncesinde Romalılar, Yahudiler gibi birçok toplum tarafından da uygulanmış bir hukuk sistemidir. İslâm öncesi bu hukuku benimseyen toplumlardan biri de Cahiliye dönemi Araplarıdır. Cahiliye dönemi Araplarının hukukuna göre insanların birbirine varis olabilmeleri için miras sebebi olarak aralarında nesep, dostluk antlaşması veya evlat edinme olması gerekiyordu. İslâm’dan sonra hicrete kadar olan süreç içinde Müslümanlar tarafından uygulanagelen mezkûr miras sebeplerine hicretle birlikte hicret ve kardeşlik sebebi ilave edilmiş ve bir müddet sonra hicret ile kardeşlik sebebi neshedilmiştir. İslâm’daki miras hukukunun son hali mirasla ilgili Nisâ suresindeki ilgili âyetin inmesiyle şekillenmiştir.
Nisâ suresinin âyetinin inmesiyle nihai şeklini alan İslâm miras hukukuna göre Müslümanların birbirlerine mirasçı olabilmeleri için aralarında nesep, evlilik ve velâ sebeplerinden birinin bulunması gerekir ve mirasçılar ashâb-ı furûz, asabe ve zevi’l-erhâm şeklinde üçlü bir tasnife tabi tutulmuştur. Ashâb-ı furûz, terekedeki payları nas ile belirlenen kişiler iken asabe; alacağı pay nas yoluyla belirtilmeyen, belli pay sahiplerinden kalanı alan veya hiç almayan ve kendi içinde birkaç gruba ayrılan mirasçılardır. Zevi’l-erhâm bir önceki iki grup mirasçılardan kimsenin bulunmadığı durumlarda miras almaya hak kazanan kimselerdir. Mezkûr mirasçılardan asabe yoluyla mirasçılık çalışmamıza konu edilmiştir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | December 31, 2020 |
Submission Date | October 7, 2020 |
Published in Issue | Year 2020 Issue: 45 |