SÜLEYMAN-ŞAH( I), RUKNE’D-DİN SÜLEYMAN-ŞAH b. KUTALMIŞ (Ö.479/1086)
-Anadolu (Türkiye) Selçuklu Devleti’nin Kurucusu ve İlk Sultanı
(1075-1086)-
Prof. Dr. Mehmet ŞEKER
Uşak Ün. Öğretim Üyesi
Selçukluların atası sayılan
Selçuk Bey’in torunu Kutalmış’ın oğlu olan Süleyman-Şah hakkında kaynaklarda
çok az bilgi vardır. Bu bilgilerden bir kısmı çelişkili, bir kısmı hatalı ve
müphem olduğundan onun şahsiyeti, siyasi kimliği ve faaliyetleri ile Anadolu
(Türkiye) Selçuklu Devleti’nin kuruluşu hakkındaki tartışmalar bugün bile
ilgililerini uğraştırmaktadır. Hatta bu devletin kuruluşunda başkent olarak
Konya mı, yoksa İznik mi kabul edilecektir? Ya da Süleyman-Şah’a sultan unvanı
verildi ise, bu unvan Melikşah tarafından tasdik edilmiş midir? Melikşah adına
Anadolu’da fetihleri sürdüren Türk Bey ve komutanları arasında Süleyman-Şah’ın
konumu nedir? gibi birçok soruyu cevaplandırmak için kaynaklar hâlâ yeterli
görünmemektedir. Bu konular, Süleyman-Şah’ın hayatı ve faaliyetleri, vefatına
kadar Anadolu’nun özellikle orta ve batı bölgelerinde yürüttüğü fetih
hareketleri, ölümüne kadar Anadolu’da sağladığı siyasî birlik ve Bizanslılarla
ilişkileri Türk tarihinin çok önemli sayfalarını teşkil ettiğinden bu konularda
yapılan araştırmalar önem arzetmektedir.
Kutalmışoğullarının Anadolu’ya
gelişleri hakkında muhtelif rivayetler nakledilmektedir. Bunlardan birine göre,
Kutalmış’ın 1064’te Sultan Alp Arslan’a karşı mücadelesini kaybedip ölmesi
üzerine Sultan onun çocuklarını esir almıştı. Bunların hayatına da son vermek
istediğini ifade ederek veziri Nizâmülmülk ile istişarede bulunan Alp Arslan,
vezirinin hânedan üyelerinin idam edilmelerinin uğursuzluk getireceğini ve
devletin bekâsını olumsuz yönde etkileyeceğini belirtmesi üzerine bu
düşüncesinden vazgeçmişti. Bu durumda onların, yeniden isyan edebilecekleri endişesiyle
Bizans hudutlarına sürgüne gönderilmelerine karar verildiği ve
Kutalmışoğullarının Diyarbekir-Urfa yöresine ve Birecik taraflarına gönderildikleri
ileri sürülmektedir. (Osman Turan,
Süleyman Şah I, İslam Ansiklopedisi(İA), XI, s.201-202)
Bir başka rivayette Kutalmışoğlu
Süleyman’ın, Malazgirt zaferini kazanan Alp Arslan tarafından Anadolu’nun
fethine görevlendirilen kumandanlar arasında yer aldığı hatta ona iktâ olarak
fethedilen bölgelerin tahsis olunduğu belirtilmektedir. Bu farklı görüşlere
rağmen, bazı araştırmalarda ortaya konulduğu gibi Süleyman ve kardeşleri, Alp
Arslan zamanında ne Anadolu’da ne de Suriye’de bulunmuşlardır. Zira Alp
Arslan’ın kardeşi Kavurt ve diğer Selçuklu şehzadelerinden el-Basan’ın
isyanlarının ardından, onlara mensup Yabgulu (Yavgılı) Türkmenleri Anadolu ve
Suriye’ye kaçtıkları halde Süleyman ve kardeşlerinin bu bölgede bulunmadıkları
daha sonraki gelişmelerden anlaşılmaktadır. Bu gelişme, bölgede fetihlere devam
eden Atsız ile diğer Oğuz beylerinin yönetiminde bulunan Türkmen kitlelerinden
bir bölümünün kendisine bağlı olduğu Şöklü’nin bir arayış içine girerek
Kutalmışoğullarından birini kendi başlarına geçmek üzere davet etmiş olmasıdır.
(Osman Turan, İA., XI, s.202)
Bu arada Şöklü, Fatımiler
idaresindeki Akkâ’yı ele geçirmişti. Buna güvenerek Atsız’dan ayrılıp bir
beylik kurmak niyeti taşıyordu. Bu amaçla Kutalmışoğullarından birini,
muhtemelen Süleyman-Şah’ın kardeşi Alp İlig’i davet ederek; kendisine Selçuklu
hanedanına mensup olduğu için tabi olup itaat edeceğini bildirmişti. Atsız,
sultanın ailesinden olmadığı için ona tabi olmayacağını, eğer Atsız’ı
yenebilirlerse Fâtımilerin de kendilerine destek vereceklerini, böylece Suriye
ve Filistin’de hâkimiyet kurabileceklerini söylemişti. İşte bu davet üzerine
Kutalmışoğlu, kardeşi Devlet (Dolat) ve amcaları Resul Tigin’in bir oğlu ile
birlikte Taberiye’ye giderek Şöklü’yle birleşti ve Fâtımi Devletine tabi
olduklarını ilan ettiler. Bunu işiten Atsız, harekete geçti ve Şöklü ile
müttefiklerini Taberiye’de mağlup ederek, esir aldığı Şöklü’yü ve oğlunu
öldürttüğü gibi, Kutalmışoğullarını da esir olarak muhafaza etti (Temmuz 1075).
Durumu öğrenen Süleyman Şah, Suriye bölgesine gelerek Halep’i kuşattı. Halep
Emiri Mirdâsiler’den Nasr b. Mahmud, Süleyman Şah’la başa çıkamayacağını
anlayınca ona, kendisinin sultanın nâibi olduğunu bildirerek, sultana bağlı ise
kendisine bir miktar mal ve para vermeyi teklif etti. Bunun üzerine Süleyman
Şah Halep'i kuşatmayı kaldırarak daha güneye indi ve Selimiye’de karargâh kurup
Emir Atsız’a, kardeşleri ile amcasının oğlunun kendisine iade edilmesini
isteyen bir haber gönderdi. Ancak Atsız, Süleyman’ın bu isteğine olumlu cevap
vermedi. Kardeşleri ile amcasının oğlunun durumlarını Sultan Melikşah’a arz
ettiğini ondan gelecek emire göre hareket edeceğini bildirdi. Nitekim Melikşah
onların Bağdat’ta bulunan Aytekin Süleymaniye’ye gönderilmesini emrettiği için
o da Kutalmışoğullarını oraya gönderdi. Oradan da Isfahan’a yollandılar. Bu
durumda Süleyman Şah onlarla ilgili yapılabilecek bir şeyi olmadığı için
bulunduğu bölgeden kuzeye yönelerek Bizans idaresindeki Antakya’yı kuşatan Vali
Isaakies Komnenos ile 20.000 dinar karşılığında anlaşarak kuşatmayı
kaldırdı. Bu arada Atsız’a yardıma gelmekte olan atlı üç bin Türkmen’in yolunu
keserek, mallarını yağmalayıp tekrar Antakya bölgesine dönüdü. Bu arada Melikşah
adına Anadolu’da askeri faaliyetler yürüten Artuk Bey’in Melikşah tarafından merkeze
çağrılmış olması Kutalmışoğulları adına bir fırsata dönüştü. Zira Suriye
bölgesinde Atsız’ın gücü ve kudreti karşısında kendileri için uygun bir ortam
bulamayacaklarını anlayan Mansur ile Süleyman Şah bölgedeki faaliyetlerini,
Anadolu ortalarına kaydırmayı ve bu bölgeye gelmiş olan Yabgulu Türkmenlerinin başına
geçerek mutlak bir hâkimiyet kurmayı düşünmüşlerdi. Süleyman Şah’ın bu dönemde
Anadolu’ya gelmeden önce nerelerde faaliyetlerde bulunduğu tam olarak
bilinmemektedir. Onun Antakya önlerinden
ayrılıp Anadolu’nun içlerine doğru yürüyüşünü sürdürürken Konya’ya geldiği, bu
şehri Mârtâvkûstâ’dan ve Takkeli dağın üstünde kurulmuş olan Gavele
(Gevele/Kevele) kalesini de Romanus Mâkri’den almış (yaklaşık 1075) olduğu tahmin
edilmektedir. (Osman Turan,İA.,XI,206; Anonim
Selçukname (Yayına Hazırlayan; Feridun Nafiz Uzluk,Ankara 1952,23). Onun bu
başarısıyla, bu tarihte Konya’da Anadolu (Türkiye) Selçuklu Devleti’nin, daha
sonraları Konya Selçukluları olarak da anılacak olan bu devletin devlet olma
yolunda temelini atmış; bir bakıma sahip oldukları gücü farkederek âdeta kendileri adına güven tazelemiş
oldukları söylenebilir.
Orta Anadolu’daki akınlarına
devam ederek Marmara bölgesi yönüne hareket eden Süleyman-Şah İznik’i
fethedince, burayı temellerini atmakta olduğu devletin başkenti olarak
seçmişti. Azimi tarihinde Süleyman-Şah’ın
İznik’i, Konya ile aynı yılda 467/1075’de ele geçirdiği kaydı yer almıştır ( Ali Sevim, Süleyman Şah I,TDV.İA, c.38,
İstanbul 2010, 104). O yüzden bazı tarihçiler Türkiye Selçuklu Devleti’nin
kuruluş yılı olarak bu tarihi, bazı tarihçiler ise Türkiye Selçuklularının
1078-1081 yılları arasında kurulduğu görüşünü benimsemişlerdir(Osman Turan Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm
Medeniyeti, İstanbul 1969,213-218; aynı yazar, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul
1971,55; İbrahim Kafesoğlu, Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte
Kuruldu,İÜ.TED, sayı:10-11, İstanbul 1981,s.1-28). Büyük Selçuklu Sultanı
Melikşah, İznik’in fethi ile elde ettiği bu başarı sebebiyle amcazadesi
Süleyman-Şah’a bir menşur göndermiş olması, onların faaliyetlerinin meşru
sayıldığının resmî göstergesi olarak kabul edilebilir. Ayrıca Abbasî halifesi
Kâim-Biemrillah’ın ona hem hil’at, hem de “Nâsıruddevle, Ebu’l Fevâris Ruknüddîn”
unvan ve lakaplarını hâvi bir ferman göndermiş olması da İslâm-Türk devlet
anlayışı bakımından önem arz etmektedir. Bizans müelliflerinin Süleyman-Şah’ın
1078 yılında İznik’te hâkim olduğunu belirtmiş oldukları dikkate alınırsa,
İznik’in bu tarihten önce onun eline geçmiş olduğunu ve İslâm kaynaklarının
verdiği bilgilerin doğruluğunu kabul etmek gerekir.
Süleyman-Şah’ın 1075 yılında
İznik’i ele geçirmesinden sonra artık komşusu olduğu Bizans’ın iç işleri ile de
ilgilenmeye başladığı görülür. Bu sıralarda Bizans’ta devam etmekte olan siyasi
buhrandan yararlanarak hızla devletini genişleten Süleyman-Şah, gelişen
olayları kendi lehine çevirmesini bilmiştir (Osman
Turan, İA., XI, s.106). Bunun sonucunda Süleyman-Şah dolayısıyla
Türkler, hâkimiyetlerini Karadeniz, Marmara ve Akdeniz sahilleri dâhil,
Anadolu’nun her tarafına yayma imkânı bulmuşlardır. Süleyman-Şah’ın kurduğu bu
devlet sâyesinde Anadolu’ya önceden gelmiş olan Türkmenler onun etrafında
toplanmışlar, ayrıca bu başarıyı haber alan Türkistan ile İran bölgesindeki
Türkmenlerin de batıya, Anadolu’ya göçleri artarak devam etmiştir. Nitekim 1080
yılında Azerbaycan’dan Anadolu’ya çok büyük bir Türk göçünün olduğu
bilinmektedir (Osman Turan, Selçuklular
Tarihi, 212). Süleyman-Şah’ın kurduğu devlet ve kazandığı başarılar,
Anadolu’da Türk nüfusunun artmasını sağladığı gibi, Bizans’ta devam eden kötü
yönetim ve ardı arkası kesilmeyen isyanlar ve savaşlar sebebiyle perişan duruma
düşen yerli halkın da; Süleyman-Şah’ın yönetimini tercih etmeleri Türkiye
Selçuklu Devleti’ni sağlam bir temele dayandırmıştır. Bu arada “Bizans’ın takip
ettiği Ortodokslaştırma ve Rumlaştırma siyaseti de Ermenileri, Süryanileri,
Rafizî (Hristiyan) mezheplerinde bulunan yerli halkları ve Pavlakîleri
(Pauliciens, A. Bayalika) de bu devlete düşman etmiş ve Selçuklulara yaklaştırmıştır.”
(Osman Turan, İA.,XI, s.207)
Sultan Melikşah’ın hem büyük
Türkmen kitlelerinin, hem de yerli halkın destekleri sayesinde Anadolu’da bir
devlet kurmayı başaran Kutalmışoğullarını itaat altına almak maksadıyla Emir
Porsuk’u Anadolu’ya gönderdiğine dair rivayetlere rastlanmaktadır. Bu
rivayetlerden birine göre; Melikşah Porsuk’u Anadolu’ya, Rumları sıkıştırarak
imparatoru da yıllık vergiye bağlamak suretiyle; Konya, Aksaray, Kayseri ve
bütün Anadolu (Rum) beldelerini alarak Kutalmış oğlu Süleyman’ı da Rum’a melik
yapmış ve Antakya’yı da alıp kendisine teslim etmiştir. Bu arada kardeşi
Tutuş’u da Suriye (Şam)’ye göndererek Mısır ve Kuzey Afrika’yı fethetmesini
emretmiştir. (Bündari, Zübdetü’n-Nusra,
nşr. Th. Houtsma, s.55-70; Sadruddin el-Hüseynî, s.71-72; Osman Turan, Türkiye,
s.57). Bir başka rivayette de; “Kutalmış ölünce oğlu Mansur, Rum’a gitti ve
çok yerler fethetti. Melikşah tahta çıkınca Emir Porsuk’u Rum’a (Anadolu)
gönderdi. O Emir Mansur’u öldürdüğü zaman kardeşi Süleyman küçük idi. O da
Türkmenlerin iltihakıyla çok yerler aldı.” (Cenâbi,
el-Eylemü’z-Zahir, Ayasofya Nu:3033, v. 470’dan naklen Osman Turan, Türkiye, s.58)
ifadelerinde Kutalmışoğullarına karşı Melikşah’ın Porsuk’u gönderdiği teyit
edilmektedir. Yine başka bir müellif de Melikşah’ın Kutalmışoğullarını itaat
altına almak maksadıyla 1078 yılında Emir Porsuk’u Anadolu’ya gönderdiğini, bu
sırada İstanbul’a sığınmış bulunan Mansur’u İmparator N. Botaniates’ten
istediğini kaydetmiştir. Bu arada Porsuk ile Mansur arasında bir savaşın vuku
bulduğu ve iki taraftan da çok kayıp verildiği, Porsuk’un bir hile ile Mansur’u
bertaraf ederek durumu sultana haber verdiği bildirilmektedir. Neticede Mansur’un
ortadan kaldırılması üzerine Türkmenlerin Kutalmış’ın diğer oğlu Süleyman’a
iltihak ettikleri ileri sürülmektedir (Ebu’l-Ferec,
Tarihi, I, Ankara, 1987, s.329; Osman Turan, Türkiye, s.58). Bu
rivayetlerden Mansur ile Süleyman’ın bu sırada Bizans İmparatoru ile ittifak
halinde oldukları anlaşılmaktadır. Zira Melikşah ile eski İmparator Mihael
arasındaki görüşmelerin yeni imparator ve müttefiklerine karşı bir anlaşma ile
sonuçlandığı tahmin edilirse, Kutalmışoğullarının da bundan dolayı İmparator
Bataniates tarafını tutmayı yeğledikleri düşünülebilir.
Porsuk’un 1078 yılındaki
girişiminin ardından Süleyman’ın daha güçlendiği 1081’de Bizans’la yaptığı bir anlaşma
ortaya koymaktadır. Bu anlaşma ile Süleyman Şah İstanbul hudutlarını
boşaltmakla beraber, daha büyük bir güç elde etmiş oluyordu. Başlangıçta
geleceği belirsiz ve muhatap kabul edilmeyen bir yönetimin başında bulunan Süleyman’ın
bu anlaşma ile hukukî bir meşrûiyet elde ettiği görülmektedir. Dönemin
müelliflerinden, aynı zamanda imparatorun kızı olan Anna Komnena,
Süleyman-Şah’ın İznik’i başkent yaptığını, kendisine İmparator anlamına gelen “Sultan”
denildiğini ve sürekli olarak farklı bölgelere akıncılar göndererek
çevresindeki komşu ülkeleri tehdit ettiğini daha o zamanlar eserinde kaydetmiş
olması dikkat çekicidir. (Anna Komnena,
Alexiade (Bilge Umar) İstanbul,1996,XI/I, s.124; Osman Turan, Türkiye, s.62,
Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu da Türkler, trc. Yıldız Moran,
İstanbul 1979, s.91) Hatta Süryani Mihael; “Süleyman İznik ve İzmit
şehirlerini alarak oralarda hüküm sürdü. Bütün memleket Türklerle doldu. Bunu
öğrenen Bağdad halifesi ona sancak ve diğer şeyler (yani hâkimiyet alametleri)
gönderip onu taçlandırdı ve Sultan ilan etti. Böylece Türklerin, Türkistan
(Margiana) dışında, biri Horasan’da ve öteki de Roma (Anadolu) ülkesinde olmak
üzere iki hükümdarı oldu” demek suretiyle Süleyman-Şah’a sultan unvanının
bizzat halife tarafından verildiğini ya da halifenin fiilî durumu tasdik etmek
zorunda kaldığını belirtir. Anna Komnena, eserinin bir başka yerinde de, Süleyman-Şah’ın
Antakya seferine çıkmadan önce; sultan unvanını almış olduğunu kaydeder (Süryani Mihael, Chronique III, s.172’den
Osman Turan, Türkiye, s.63; Alexiade, s.194). Bütün bu kayıtlar, Süleyman-Şah’ın
ister melik, ister sultan unvanı ile olsun İznik’in başkent olduğu
bir devleti yönettiğini göstermektedir. Süleyman-Şah ve Alexis arasında varılan
anlaşmaya göre, İstanbul’da Maltepe’nin batı kısmı ile Kartal sınırını teşkil
eden Drakon çayı iki devlet arasında hudut kabul edilmiştir. Bundan Süleyman’ın
Marmara denizi kıyılarına kadar bütün Anadolu’ya fiilen hâkim olduğunu Bizanslılara
kabul ettirdiği anlaşılmaktadır.
Süleyman-Şah’ın Anadolu’nun
batısıyla olduğu kadar doğusuyla da ilgilendiği görülmektedir. Nitekim
1082-1083 yılında Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir Ermeni prensliği kurmuş olan
Filaretos hâkimiyet alanını gittikçe
genişletmiş ve prensliğinin sınırları Harput’tan Kilikya’ya kadar uzanmıştı.
Hatta Süleyman-Şah’ın hâkimiyetini bu bölgelere yaymasından korkarak Melikşah’a
yaklaşıp ona hâkimiyetini tasdik ettirmek amacıyla kendisinin Müslüman olduğunu
bildirme ihtiyacı duyuyordu. Bu Ermeni prensliğinin Türkiye Selçuklularının
doğusunda güçlenmesi ve Melikşah’ın desteğini de elde etmiş olması Süleyman-Şah
tarafından endişe ile takip edilmekteydi. Bu sebeple onun Çukurova bölgesine
bir sefer düzenleyerek Tarsus, Adana, Misis, Aynizerbâ ve bütün Kilikya
beldelerini hâkimiyeti altına aldığı görülmektedir. Hatta Süleyman-Şah’ın
Tarsus’u fethinin hemen akabinde Trablusşam hâkimi, Şii Kadı Celâlü’l-mülk
Ebu’l-Hasan Ali b. Ammar’a bir elçi göndererek ondan yeni fethettiği şehirler
için kadı ve hatip talep etmesi Melikşah’a karşı yeni bir politika geliştirmek
istediğini göstermektedir. Ayrıca Süleyman-Şah bu şehir ve kalelere vali ve
kumandanlar da tayin etmiş bulunmaktadır. (Osman
Turan, Türkiye, s.68-69)
Başta Antakya olmak üzere,
idaresi altındaki şehirlerde halka ve askerlere çok kötü davranan Ermeni prensi
Filaretos, baskı ve zulmü gittikçe artırmaktaydı. Hatta oğlu Barsama’yı bile
hapse atmaktan kaçınmamıştı. Filaretos’un bir düğüne katılmak üzere Urfa’ya
gidişini fırsat bilen şehrin şahne (askeri vali)si olan İsmail, Barsama’yı
hapisten çıkararak onunla babası aleyhine ve Antakya’nın Süleyman-Şah’a teslimi
hususunda işbirliği yapmak üzere anlaştı. Hemen gizlice ve süratle bir özel
mektup göndererek Süleyman-Şah’ı Antakya’ya davet ettiler. Bu davet üzerine
Süleyman-Şah derhal harekete geçti. Rivayete göre, Süleyman-Şah ordusuyla
birlikte İznik’ten Antakya’ya cebrî bir yürüyüşle geceleri yürüyüp gündüzleri
dinlenmek suretiyle on iki günde ulaştı. Birdenbire Antakya surları önünde
görüldü (12 Aralık 1084) ve şehre girdi. Bu esnada halkın karşı koymadığı ancak
Filaretos’un askerlerinin iç kaleye çekildikleri görüldü. Onların da yaklaşık
bir ay sonra (10 Ocak 1085) dirençleri kırılarak kale ele geçirildi. Böylece
hem Antakya’yı hem de kaleyi fetheden Süleyman-Şah, Rumların ardından Ermeni Filaretos’un
eline geçen, Hristiyanlık tarihi bakımından çok önemli bir konuma sahip olan Antakya’ya
yaklaşık yüz on beş yıl sonra tekrar Müslümanların hâkimiyetini sağlamış oldu.
Askerlerin şehir halkına iyi davranmalarını ve onların evlerine girmemelerini
emreden Süleyman-Şah, fetih alâmeti olarak Kavasyana (Kasiyan, Mar Gassianus)
kilisesini camiye çevirerek Cuma günü kalabalık bir cemaatle Cuma namazını
kıldı ( 17 Aralık 1084). Bu namaz vesilesi ile yüz on müezzinin okuduğu ezanla
da fetih ilan edildi. Antakya’nın fethini Sultan Melikşah’a bildiren Süleyman-Şah
böylece Sultan’a bu fethi kendisi adına yaptığını da belirtmiş oluyordu. Antakya’nın
fethine çok sevinen Sultan Melikşah, bu haberi her tarafa duyurmuş, müjde
davulları çaldırmış, Isfahan halkı da fethi kutlamıştır. Dönemin şairleri de,
bu fetih münasebetiyle Sultan Melikşah adına kasideler yazmışlardır. Fethin
gerçekleştirilmesinin ardından halka iyi davranılması ve adaletin gözetilmesi
yanında halkın isteği üzerine Antakya’da Meryem Ana ve Aziz Circis adlarına iki
kilisenin yapımına da izin verilmiştir. Önceleri Bizanslıların, ardından da
Filaretos’un zulüm ve baskılarından bıkan şehrin Ermeni ve Süryani halkı, bu
fethe memnun olmuşlardır. Hatta uzun süreden beri istila ve baskı altında
bulunan Halep’in Hârim ve Dulûk bölgeleri de kendiliklerinden Süleyman-Şah’ın
idaresine geçmişlerdir.
Süleyman-Şah’ın Antakya’yı
fethetmesi hem Halep Emiri Şerefüddevle Müslim’in hem de Melikşah’ın kardeşi
Şam Meliki olan Tutuş’un dikkatlerini üzerine çektiği görülmektedir. Bu sebeple
önce Şerefüddevle Müslim ile Halep ve Antakya arasında Kurzahil mevkiinde 20
Haziran 1085’te vuku bulan savaşta Süleyman-Şah Şerefüddevle’yi bozguna uğrattığı
gibi kendisini de öldürerek Halep şehri kapısının önüne defnedilmiştir.
Antakya’nın fethinden ve Şerefüddevle’nin de ortadan kaldırılmasından sonra da
Halep’in kuşatılmış olması Süleyman-Şah ile Tutuş’u karşı karşıya getirmiştir.
Yaklaşık bir yıl sonra Halep’e üç mil uzaklıkta bulunan Aynüseylem yöresinde
Tutuş’la tutuştuğu savaşı kaybeden Süleyman-Şah’ın ya savaş meydanında şehit
olduğu ya da uzaklaştıktan sonra ümitsiz bir ruh haliyle bıçağını kendi kalbine
saplayarak intihar ettiğini kaynaklar kaydetmektedir (4 Haziran 1086). (Osman Turan, İA, s.216; Aynı Yazar, Türkiye,
s.74-76; Ali Sevim, TDV.İ.A., s.105). Cesedinin Halep kapısında toprağa
verildiği kaydedilmektedir. Bu arada Süleyman Şah’ın mezarının Caber kalesinde
olduğuna dair görüşler ihtiyatla karşılanmalıdır. Bu sonuç Süleyman-Şah’ın
Marmara sahillerinden Antakya’ya kadar uzanan hakimiyetinin Şam bölgesine
genişleme emareleri göstermesi sebebiyle Büyük Selçuklular veya tâbiîleri ile Anadolu
(Türkiye) Selçuklularının bir rekabet ve çatışma ortamına girmiş olduklarını ortaya
koymaktadır. Bu çatışmanın taraflarından biri olarak Süleyman Şah’ın ölümüyle
sonuçlanmış olması her ne kadar Anadolu’da tesis edilmiş olan birliğin başsız
kalmasına yani yüksek otorite boşluğuna yol açmışsa da bu durumun uzun
sürmediği görülmüştür. Ancak Süleyman-Şah, Anadolu’yu neredeyse batısından
doğusuna kadar fethetmek suretiyle, bölgenin Türk yurdu olmasının yolunu açmış
ve böylece bundan sonraki gelişmelere zemin hazırlayarak; Türk tarihinde
“Anadolu Türklerinin en büyük ve en muhterem babası” (Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, İstanbul 1994,
s.128) olma şerefini kazanmıştır.
Journal Section | Research Articles |
---|---|
Authors | |
Publication Date | December 20, 2016 |
Submission Date | September 8, 2016 |
Published in Issue | Year 2016 Issue: 1 |