Ortaçağ düşüncesinde, “inanma” ile “bilme” etkinliklerinin sınırları belirsizleşmiştir. Bu durumun ortaya çıkmasında en önemli etkiye sahip düşünür, herhalde, inancını felsefî bilgi aracılığıyla gerekçelendirmeye çalışan Augustinus’tur. Onun bu tutumu, “olduğu bilinen” ile “olduğuna inanılan”ın, “bilgi” ile “inanç”ın birbirinin içine geçmesine öncülük eder. Bu durum kendisini özellikle onun varlık ve bilgi felsefesinde gösterir. Varolanları “hakiki olup olmamalarına göre” bir değer sıralaması içinde ele alan Augustinus, Platon’un ideası ile aynı özelliklere sahip olduğu için, en üste Tanrı’yı yerleştirir. Var olanların geri kalanını da, özelliklerinin ona benzerliğine ya da benzemezliğine, yakınlığına ya da uzaklığına bağlı olarak onun altına dizer. Varlık sıralamasını bu ölçüte dayandırdığı için, bilinmeye değer olanların sınıflanması ve sıralanması da aynı ölçütten nasibini alır ve bilmeye değer tek hakikatin Tanrı olduğunu; geri kalan her şeyin de ancak onun temsili oldukları ölçüde bilinmeye değer olduğunu söyler. Bu yazının amacı, onun varlık ve bilgi görüşlerini serimlemektir
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Ağustos 2007 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2007 Cilt: 2007 Sayı: 15 |
Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi