@article{article_1636561, title={Sünbül Sinan’ın Risâle-i Tahkikiyye Adlı Eseri Bağlamında Devran Zikrinin Meşruiyyeti}, journal={Amasya İlahiyat Dergisi}, pages={316–345}, year={2025}, DOI={10.18498/amailad.1636561}, author={Ayiş, Mehmet Şirin}, keywords={Tasavvuf, Tarikat, Sünbül Sinan, Risale-i Tahkikiye, Devran Zikri}, abstract={Bu çalışma, Halvetiyye tarikatının Sünbüliyye kolunun kurucusu Sünbül Sinan’ın, Risale-i tahkikiyye adlı eseri bağlamında devrân zikrinin meşruiyetine dair ortaya koyduğu görüşleri ele almaktadır. Sünbül Sinan, Halvetiyye tarikatının Sünbüliyye kolunun kurucusudur. Aslen Amasya’nın Merzifon ilçesinde dünyaya gelmiştir. İlk eğitimini memleketinde tamamladıktan sonra tahsil için İstanbul’a gitmiştir. Burada Cemâl Halvetî ile tanışmış ve tasavvuf yoluna girmiştir. Cemâl Halvetî’den hilafet aldıktan sonra, irşad faaliyetlerinde bulunmak üzere Mısır’a gönderilmiştir. Şeyhinin vefatı üzerine tekrar İstanbul’a dönmüş ve Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nda postnişinlik makamına geçmiş, vefatına kadar da burada ilim ve irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Dergâhtaki irşad faaliyetlerinin yanı sıra cuma günleri Ayasofya ve Fâtih gibi camilerde vaazlar vermiş, vaazlarının ardından dervişleriyle birlikte Halvetî devrânı icra etmiştir. Ancak bu uygulama, dönemin İstanbul kadısı Sarıgürz Nûreddin Efendi tarafından hoş karşılanmamış ve devrân zikri yapan dervişlerin cezalandırılması talebiyle Şeyhülislâm Kemalpaşazâde’ye bir şikâyetnâme ile durum arz edilmiştir. Şeyhülislâm, şikâyetnâmeyi onaylayarak gereğinin yapılmasını istemiştir. Bunun üzerine Sünbül Sinan, bu fetvanın uygulanmasını önlemek amacıyla, Kemalpaşazâde’nin yanına Şeyh Yavsî Zâviyesi postnişini Mehmed Efendi’yi göndermiştir. Mehmed Efendi’nin ricası üzerine Şeyhülislâm, verdiği fetvayı yürürlüğe koymaktan vazgeçmiştir. Sünbül Sinan, devrân zikrinin aleyhinde gelişen bu sürecin önüne geçmek ve devrân zikrinin dinî açıdan meşruiyetini ortaya koymak amacıyla önce Arapça ve ardından Türkçe olmak üzere iki risale kaleme almıştır. Sünbül Sinan’a göre devrân zikri aleyhinde fetva verenler iki hususu ileri sürmüşlerdir. Birincisi, ayakta ve halka halinde devrân zikri yapanların yapmış olduğu zikir, rakstır. İkincisi ise raksa helal diyen kafir, helal olmadığını söyleyip yapanlar ise fasıktır. Sünbül Sinan’a göre eğer onların bu sözü ile hareket edilecek olursa başta İmam Şâfiî ve mezhepte onun yolundan gidenler ile İmam Gazzâlî, Şehâbeddin Sühreverdî, Necmeddin Dâye, İbnü’l-Fârız, Kâşânî ve bunlar gibi birçok muhakkik alimin tekfir edilmesi gerekir. Çünkü bu zatlar devrân zikrini caiz görmüşler hatta bu şekilde zikretmeyi bazıları hakkında fazilet ve ibadet olarak kabul etmişlerdir. Sünbül Sinan, devrân zikrinin raks olduğu iddialarının iptali ile ilgili olarak hem lügat ehlinin hem de diğer müfessir ve fakihlerin eserlerinden nakiller yapmıştır. Ona göre zikir ehlinin toplu olarak halka şeklinde yaptıkları devrân zikri ne lügat manası ne de şer’i ve örfi anlamı itibariyle raks değildir. Müellifimiz, raks kelimesinin tarifinin geçtiği bu eserlerden hareketle devrân zikrinin raks olmadığını delilleriyle birlikte ortaya koymaya çalışmıştır. Ona göre İmam Şâfiî ve bazı muhakkik alimler; ayakta ve sesli olarak yapılan zikri bazı durumlarda mübah görmüşler, bazı hallerde ise ibadet olarak kabul etmişlerdir. Hâl böyleyken bu muarızlar nasıl olur da raksı helâl kılan kimse kafir olur şeklinde fetva verebilmişlerdir? Müellifimize göre raks diye ifade edilen devrân zikrini caiz görenleri tekfir etmek, buna helâl nazarıyla bakan müçtehitlerin de tekfir edilmesini gerektirir. Halbuki bazı âlimlere göre raks, yalnızca mubah değil, aynı zamanda övgüye değer bir hâl ve övülmeye layık bir fiildir. Sünbül Sinan, eserinin ikinci kısmında ise devrân zikrinin icma’ ile haram olduğunu iddia edenlere Kur’an ayetleri, kudsî hadisler, Hz. Peygamber’den rivayet edilen nebevî hadisler ile fıkıh kitaplarında konu hakkında verilen fetvalardan hareketle cevaplar vermiştir. Müellifimiz evvela zikrin ayakta, halka halinde ve devrân şeklinde yapılması ile ilgili delilleri zikretmiş, daha sonra cehrî zikrin meşruiyeti ve hâfî zikre evleviyyeti ile ilgili ayet-i kerime, hadis-i şerif ve fıkıh kitaplarındaki delilleri ortaya koymuş daha sonra bu konudaki itirazlara cevaplar vermiştir.}, number={25}, publisher={Amasya Üniversitesi}