@article{article_1641047, title={İbrahim Halebî’nin Vahdet-i Vücûda Yönelik Eleştirileri}, journal={BEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi}, volume={12}, pages={169–190}, year={2025}, DOI={10.33460/beuifd.1641047}, author={Kosen, Cumali}, keywords={Tasavvuf, İbrahim Halebî, İbnü’l-Arabî, Vahdet-i Vücûd, Ontoloji}, abstract={Tasavvufî düşünce İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) tarafından sistematize edilip ahlaki yetkinleşmenin ötesine taşınarak metafizik bir öğreti haline geldikten sonra mütekellimûn, felâsife ve Ehl-i hadis, fukahâ ve hatta bazı sûfî çevreler tarafından muhtelif eleştirilerin odağı haline gelmiştir. Kimi eleştiriler vahdet-i vücûd sisteminin ontolojik ve epistemolojik yapısına yönelik rasyonel temelli teorik eleştiriler iken kimileri ise vahdet-i vücûd öğretisini teolojik sonuçları açısından eleştirir. Bu ikinci tarz eleştiriler daha çok nas merkezli olup şerʻî temelli eleştirilerdir. Osmanlı döneminin önemli fıkıh âlimlerinden olan İbrâhim Halebî (ö. 956/1549) tasavvufu kendi içerisinde Sünnî paradigmaya uygun tasavvuf ve felsefi tasavvuf olmak üzere iki kısma ayırır. Mutlak anlamda tasavvuf karşıtı olmayan Halebî, felsefi tasavvufu, yani vahdet-i vücûd düşüncesini, dinî görünümlü felsefî bir sistem olarak değerlendirir. Ona göre Sünnî tasavvuf, gerçek tasavvuf anlamına gelirken felsefî tasavvuf dinî düşünceden bir sapmadır. Bu doğrultuda Halebî, İbnü’l-Arabî ve vahdet-i vücûd düşüncesini teorik tartışmalara girmeksizin daha ziyade nassların zahirinden hareketle şerʻî temelli eleştirmiş, İbnü’l-Arabî ve takipçilerini zındıklık ve küfürle suçlamıştır. Halebî, öncelikle vahdet-i vücûd düşüncesini epistemolojik açıdan eleştirir. Ona göre sûfîlerin en önemli epistemik kaynağı olan keşfî bilginin üzerine inşa edildiği fenâ tecrübesinin, nesnellikten uzak bir bilgi kaynağı olması hasebiyle akıl ve vahiy ile takyîd edilmesi gerektiğini ileri sürer. Zira Halebî, fenâ tecrübesi neticesinde yaşanan hâlin, ontolojik gerçekliği olmayan psikolojik bir hâl olduğunu iddia eder. Dolayısıyla hakikat bilgisini elde etmenin en güvenilir vasıtaları vahiy ve akıldır. Keşfî bilginin imkânını ilke olarak kabul eden Halebî, keşfî bilginin ancak vahyin ve aklın süzgecinden geçirildikten sonra bir değer kazanabileceğini belirtir. Akıl ve vahye aykırı olan keşfî bilgi ise objektif bilgi olmaktan uzaktır. Bu nedenle Halebî, Sünnî tasavvufun önemli şahsiyetleri olan el-Kuşeyrî (ö. 465/1072) ve Cüneyd el-Bağdâdî (ö. 297/909) gibi meşhur sûfîlerden alıntılar yapar. Halebî’nin eleştirilerini yoğunlaştırdığı bir diğer husus, vahdet-i vücûd sistemini kelâmî paradigmadan ayıran varlık anlayışıdır. Vahdet-i vücûd düşüncesi, varlıkta tanrının varlığının haricinde müstakil bir varlık kabul etmez. Halebî, böylesi katı monist tanrı tasavvurunun beraberinde vahdet-i edyân, İlâhu’l-Muʿtekad, şeriatın ilgası ve hâlık-mahlûk aynîliği gibi birçok teolojik soruna yol açacağına dikkat çeker. Ayrıca Halebî, İbnü’l-Arabî ve takipçilerinin kaza ve kader, insan fiilleri ve irade hürriyeti gibi konularda Sünnî İslam’dan ayrıldıklarını ileri sürer. Kader sırrı olarak nitelediği İbnü’l-Arabî’nin “ilmin ilahî bilgiye tâbi olduğu ve ilahî bilginin yaratılmadığı” ilkesini, Allah’ın kudret ve iradesini sınırladığı için sert bir dille eleştirir. Allah’ın kudret ve iradesinin Allah’ın bilgisi ile sınırlanması fikrini eleştiren Halebî, mümkün varlığın mümkün varlık olması sebebiyle hem hidâyeti hem de dalâleti kabul edebileceğini ileri sürer ve teorik tartışmalara girmeden, maʻdûmun bir şey olmadığını ve bu iddianın Ehl-i Sünnet’in fikirleriyle bağdaşmadığını iddia eder. Öte yandan Halebî, İbnü’l-Arabî’yi başta Firavun’un imanı olmak üzere bazı fer’i konularda eleştiriyor ve onu kâfirlikle suçluyor. Ancak, Halebî’nin bu konulardaki itirazları felsefi olmaktan ziyade beyânîdir. Başka bir deyişle, vahdet-i vücûd eleştirileri nass merkezli ve şeriat temelli eleştirilerdir.}, number={1}, publisher={Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi}