@article{article_1690711, title={Vazʿ Teorisi ve Dilde Kesinlik Problemi: Fahreddîn er Râzî’den Dil Felsefesine Uzanan Epistemik Bir İnceleme}, journal={Bilimname}, pages={133–155}, year={2025}, DOI={10.28949/bilimname.1690711}, author={Telkenaroğlu, Merter Rahmi and Özen, Hamza}, keywords={vazʿ teorisi, dilsel kesinlik, Fahreddîn er Râzî, Osmanlı düşüncesi, modern dil felsefesi}, abstract={Bu makalede, Fahreddîn er Râzî’nin (ö. 606/1210) el Mahsûl’de geliştirdiği dört ögeli vazʿ teorisi merkeze alınarak İslam düşüncesinde dilin epistemik değeri ve “dilde kesinlik” problemi yeniden tartışılır. Birinci kısımda, vâzıʿ, mevzûʿ, mevzûʿ leh ve vazʿı bilme yolları gibi vaz ilmine ilişkin kavramlar ayrıntılı biçimde çözümlenir tevkîfî, ıstılâhî ve karma köken hipotezlerinin aklî naklî delillerle nasıl sınandığı ortaya konur. Râzî, lafzın anlamı zorunlu olarak belirlemediğini, buna rağmen şerʿî hüküm istinbatı için dilin vazgeçilmez bir vasıta olduğunu savunarak “zarurî fakat ihtimale açık dil” modelini formüle eder. Bu yaklaşım, özellikle vazʿ fiilinin failinin (vâzıʿ), muhatap kitlenin niyet ve kastını her zaman kuşatamayacağı düşüncesine dayanır. Böylece anlamın belirlenmesinde semantik bağın zayıflığı ve epistemik belirsizlik, doğrudan vazʿ teorisinin yapısal sınırlarına bağlanır. Râzî’nin vazʿ teorisi, anlamın epistemik kesinliğini sorgulayan bir çerçeve sunmuştur. Bu çerçevede gelişen sonraki vazʿ literatürü, bu şüpheyi ortadan kaldırmaya mı çalışmıştır, yoksa bu şüpheci yaklaşımı derinleştirerek yeni epistemik modeller mi üretmiştir? Îcî, Kuşçu ve Lütfi’nin katkıları bu soruya farklı açılardan yanıtlar sunmaktadır. Aşağıda bu katkılar, ‘dilde kesinlik’ meselesiyle irtibatı bağlamında değerlendirilecektir. İkinci kısımda, Râzî sonrası gelişim hattı incelenir: ʿAdudüddîn el Îcî (ö. 756/1355) vazʿı mantıksal sınıflandırma ile müstakilleştirir. ʿAlî Kuşçu (ö. 879/1474) matematiksel oran kavramlarıyla genişletir. Molla Lütfi (ö. 900/1495) ise fizyolojik, sosyolojik ve tarihsel verilerle betimleyici bir dilbilim açılımı getirir. Taşköprîzâde’nin (ö. 968/1561) tasnifi ve Osmanlı medrese müfredatı, vazʿ ilminin kurumsallaştığı dönemi belgeler. Sonuç olarak, Râzî sonrasında vazʿ teorisinin geçirdiği dönüşüm, ‘dilde kesinlik’ meselesine verilen cevabın çeşitlenmesi anlamına gelir. Îcî bu meseleyi mantıkî tutarlılık ve bağlam merkezli delaletle çözmeye çalışırken, Ali Kuşçu oran-temelli formel bir güvenlik inşa etmeye yönelmiş, Molla Lütfi ise anlamın sosyal ve psikolojik temellerini irdeleyerek epistemik şüpheciliği kuvvetlendirmiştir. Böylece, Râzî’nin şüpheci mirası hem yeniden inşa edilmiş hem de farklı yönlerde derinleştirilmiştir. Üçüncü kısımda, Râzî’nin yaklaşımı modern dil felsefesiyle karşılaştırılır: Saussure’ün göstergesinin keyfîliği, Peirce’in yorumlayıcısı, Wittgenstein’ın kullanım teorisi ve Gadamer’in hermenötik ufku, Râzî’nin terorisiyle vurgusuyla kavramsal paralellik kurar. Çalışma, böylece klasik vazʿ tartışmalarının çağdaş semantik, göstergebilim ve hermenötik literatüre katkı sağlayabilecek özgün bir epistemik çerçeve sunduğunu, İslamî ilimlerin post klasik dönemde çoğulcu biçimde evrildiğini gösterir. Makale, tevâtür ve âhâd rivayetler arasındaki farkın dilsel delil değerini nasıl etkilediğini örneklerle göstererek, usûl-i fıkıh içerisindeki lafız merkezli yorum geleneğinin epistemik sınırlarını tayin eder. Bu sınır tartışması, doğrudan Râzî’nin vazʿ anlayışında merkezî yer tutan “dilde kesinlik” meselesiyle irtibatlıdır. Zira bir lafzın anlamı yalnızca vazʿ sürecinde tayin edilen niyetle değil, aynı zamanda bu lafzın sahih, muttasıl ve yaygın biçimde nakledilip nakledilmediğine bağlı olarak da şekillenir. Bu noktada, dilsel delilin değerini belirleyen unsurlar arasında rivayetin güvenilirlik derecesi temel bir yer işgal eder. Râzî’nin “sonsuz mânâ – sınırlı lafız” tezi, anlamın yalnızca vazʿ yoluyla belirlenemeyeceğini, kullanım bağlamının da bu süreçte belirleyici bir rol üstlendiğini ortaya koyar. Karâfî’nin (ö. 684/1285) bu görüşe yönelttiği eleştiriler eşliğinde, çok anlamlılık, mecaz ve nakil gibi semantik çoğulluk doğuran unsurların metin yorumunda kaçınılmaz bir rol oynadığı gösterilir. Böylece, lafız ile hüküm arasında mutlak bir örtüşme varsayımı sorgulanır ve bunun yerine anlamı belirleyen etkenlerin çok katmanlı yapısına dikkat çekilir. Bu çerçevede, dilde kesinliğe dair iddiaların tarihsel aktarım süreçleriyle zayıfladığı, buna karşılık bağlam temelli ve ihtiyatlı bir yaklaşımın içtihat imkânını koruduğu vurgulanır. Böylece dilde kesinlik iddiasının tarihsel aktarımla zedelendiği, ancak ihtiyatlı kullanımın içtihada imkân verdiği ortaya konur. Çalışma, İslamî dil teorilerini yeni tartışmalara taşımak isteyen araştırmacılara örnek sunmakta ayrıca Osmanlı mirasını tartışma zemini olarak resmetmektedir.}, number={54}, publisher={Erciyes Üniversitesi}