@article{article_370133, title={Fahreddîn er-Râzî’nin Kelâm İlmine Dair Risalesi}, journal={Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi}, volume={5}, pages={317–324}, year={2017}, author={Turgut, Hüsnü}, keywords={Fahreddîn er-Râzî,Kelam}, abstract={<p> <span style="font-size:10pt;line-height:115%;font-family:’Palatino Linotype’, serif;">Zâtı gereği iki vâcib varlığın olduğunu farz edersek, bunlar “zâtî vucûb” sıfatında ortak olmakla beraber taayyünde birbirinden farklı olacaktır. Onunla ortaklığın hâsıl olduğu şey,  farklılaşmanın hâsıl olduğu şeyle aynı değildir. Dolayısıyla söz konusu iki vâcib varlıktan her biri, onunla ortaklığın hâsıl olduğu <i>vucûb </i> ile onunla farklılaşmanın hâsıl olduğu <i>taayyünden </i> mürekkeb olacaktır. </span> </p> <p> <span style="font-size:10pt;line-height:115%;font-family:’Palatino Linotype’, serif;">[Bilindiği gibi] Her mürekkeb mümkündür bu nedenle mürekkeb, her bir parçasına muhtaçtır. Mürekkebin her bir parçası ise mürekkebin kendisinden [tamamından] farklıdır. Her mürekkeb başkasına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan her şey de zâtı gereği mümkündür. Sonuç olarak söz konusu iki vâcipten her biri zâtı gereği mümkün olacaktır. Bu ise hulf/çelişkidir. </span> </p> <div> <div> <br /> </div> </div>}, number={10}, publisher={Bingöl Üniversitesi}