Provision by private sector of services relating to infrastructure has been
witnessed towards the end of the Ottoman Empire, and this application has gained
momentum and resurfaced again especially during the late 1980s in line with the
economic policies favoring privatization. Contracts signed in this process with
private parties also have repurcussions in the context of the concept of capitulation.
These contracts which were labeled in the Republican era as concessions have
indeed been subject to a special legal regime. Determination of procedures under
which a concession may be given through concession contracts which are attached
the utmost importance, and especially how to select the concessionaire becomes the
most tricky issue in this context. Based on the French administrative law principle
of “intuitu personae”, there seems to be concensus in the Turkish doctrine that the
concessionaire may be chosen with absolute discretion of the administration. This
study aims at providing an evaluation as to why applying such principle to the
concession contracts can not be justified, also, what kind of problematic results
may arise thereto, and finally, why this approach which is accepted unanimously
by the Turkish doctrine should not be embraced and therefore abondoned.
Altyapıya ilişkin hizmetlerin özel hukuk kişileri eliyle yerine getirilmesi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun son dönemlerinde uygulamaya girmiş olup, bilahare özellikle
1980’li yıllarda benimsenen özelleştirme yanlısı iktisadi politikalar eşliğinde hız
kazanan bir süreç içerisinde yeniden ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda özel kişilerce
imzalanan sözleşmelerin kapitülasyon kavramıyla da izdüşüm içerdiği görülür.
Cumhuriyet döneminde hukukumuzda imtiyaz sözleşmesi olarak yerini alan bu
sözleşmelerin özel bir hukuksal rejime bağlı kılındığı bilinmektedir. Özel önem
atfedilen bu sözleşmelerde imtiyaz verilmesine yönelik yöntemlerin neler olacağı,
özellikle idare tarafından imtiyaz verilecek kişinin nasıl belirleneceği bu
kapsamda öne çıkmaktadır. Fransız hukukunda yer verilen “intuitu personae” ilkesine
istinaden, hukukumuzda idarenin imtiyazcıyı dilediğince belirleyebileceği
yönünde öğretide fikir birliğinin bulunduğu görülmektedir. Bu çalışmada, anılan
ilkenin imtiyaz sözleşmelerinde uygulanmasının neden yanlış olduğu, giderek ne
tür sorunlar yaratabileceği ve dolayısıyla neden uygulanmaması gerektiği hususunun
değerlendirilmesi amaçlanmaktadır
Diğer ID | JA57YR85ZA |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Mayıs 2010 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2010 Sayı: 3 |
Ankara Barosu Dergisi TÜHAS atıf sistemini benimsemektedir.