After the establishment of the Islamic State in Medina, Hz.Muhammad held both positions as both messenger and head of state. He didn’t use his second title as the duty of messengership had priority over the title of presidency. Although he didn’t set any method for state administration after him, he set an example by giving a message to his successors with an administration that prioritized justice and consultation in administration. Muslims used the concept of caliph instead of the titles such as Negus, Kisra and Emperor so that it wouldn’t be the same as the rulers of other countries. After the death of Muhammad, after a short period of discussion between the Ansar and the immigrants, under the shade of Saide, the first head of state/caliph, Hz.Abu Bakr, was elected as the ruler. In this process, there was no discussion on the religiousness of the caliphate, neither during the election of Hz.Abu Bakr nor during the efforts of Abbas to put Ali forward and take the leadership to the Hashimites. One of the notables of the Companions, Ali, Zübeyr b.Avvâm and others didn’t face any religious accusation after they refused to give allegiance to Hz.Abu Bakr. Hz.Ali was elected as the fourth caliph and Talha b.Ubeydullah and Zübeyr b. Avvam's disobedience was also not evaluated with a religious argument. However, the emphasis had been on Qurayshism, which was accredited in the Arabian Peninsula and was well known for its situational status. Abu Sufyan even emphasized that it would be a disgrace for the caliphate to be given to Hz.Abu Bakr, who had a low profile in the Quraysh. It’s necessary to consider the hadith of Hz.Muhammad about the Quraysh of the caliphate as a binding religious statement, and the fact that the prophet, who spent his life struggling with irritability, put an unsustainable pedestal as a contingency. Even among the first sects formed on this issue, there was no consensus. Shia, the first of the newly formed divisions and formations during the Umayyad State, immediately after the death of Hz. Muhammad, defended the imama had to be tranferred to Ali and certain descendants of him and in order to be binding, counted the event among the pillars of religion. Thus, they went to a limitation within the Quraysh and brought the political administration to a religious dimension. Hz.Osman's Governor of Damascus, Muaviye didn’t obey Ali and activates the passive resistance of those who and didn’t obey Ali, either. 30 years after the death of Hz.Muhammad, two Caliphs began to rule in a small piece of land like the Arabian Peninsula, some of them gave their allegiance to Damascus, others to the representative of the mainstream, Hz.Ali. This tradition, the period of dual caliphate, continued after the murder of Abdullah b. Zubayr.Muaviye, the caliph of the Umayyad State, with different evaluations of this approach, used the concept of "Khalîfetullah", inspired by the philosophy that the Iranian and Byzantine administrators considered themselves the representative of God on earth, used this concept and produced a new alternative concept to the imamate, which Shia counted as one of the principles of faith. After the collapse of the Umayyad State, we see that it increased to three in the Islamic geography with the declaration of the caliphate of the Fatimids in Iraq and Egypt and the other one in Andalusia. After these dates, especially because of Shia, the understanding of a single caliph couldn’t be applied except for the last periods of the Ottoman Empire. After this date, the caliphs became toys in the hands of the Persians, especially the Turks. Between 1258-1571, the Abbasid caliphate by the Egyptian Mamluks became only for show. The analogy of Hz.Muhammad, who envisaged the danger that Arabs, who lived in a sociological environment adorned with tribal culture, would not obey leaders who were not from their own tribe in the modern state, must have said the analogy of the death of jahiliyyah, which Muslims feared most, for the necessity of political unity. Otherwise, it’s not possible to claim that all Muslims, starting with Ali, who refrained from pledging allegiance to the caliph, died with the death of jahiliyyah. While all these developments were taking place, the Islamic ulema couldn’t determine a clear stance on the issue, they made some approaches based on welfare, and issued fatwas that wouldn’t disturb the current government.
Hz. Muhammed, Medine’de İslam Devleti kurulduktan sonra hem elçi hem de devlet başkanı olarak her iki görevi birlikte yürütmüştür. Elçilik vazifesi başkanlık sıfatından daha öncelikli olduğundan ikinci sıfatını kullanmamıştır. O, kendisinden sonra devlet idaresi için herhangi bir yöntem koymamakla birlikte adalet ve istişareyi önceleyen bir yönetimle kendisinden sonrakilere bir mesaj vererek örneklik teşkil etmiştir. Müslümanlar, diğer ülke idarecileriyle aynı olmaması için Necaşi, Kisra ve İmparator sıfatları yerine halife kavramını kullanmışlardır. Hz. Muhammed’in vefatından sonra Sâide gölgeliğinde ensar ile muhacirler arasında kısa süreli tartışma sürecinden sonra Hz. Ebû Bekir halife sıfatı ile ilk devlet başkanı seçilmiştir. Bu süreçte ne Hz. Ebû Bekir’in seçimi aşamasında ne de Abbas’ın Hz. Ali’yi öne sürüp yöneticiliğin Hâşimoğullarına alma çabaları sırasında halifeliğin diniliği üzerinde herhangi bir tartışma olmamıştır. Ashabın ileri gelenlerinden Hz. Ali, Zübeyr b. Avvâm ve diğerlerinin Hz. Ebû Bekir’e biatten imtina etmesi üzerine dini anlamda bir suçlama ile karşılaşmamışlardır. Dördüncü halife seçilen Hz. Ali’nin halifeliğine Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’ın biat etmemesi de dini bir argümanla değerlendirilmemiş; daha ziyade, Arap Yarımadasında akredite edilmiş ve tanınırlığı durumsal olarak meşhur olan Kureyşliliği vurgusu yapılmıştır. Hatta Ebû Süfyan’ın Kureyş’in içerisinde düşük profilli Ebû Bekir’e verilmesinin zillet olacağı üzerinde durmuştur. Halifeliğin Kureyşliliği ile ilgili Hz. Muhammed’in hadisinin bağlayıcı dini bir düstur olarak öne sürülmesini ve ömrünü asabiyetle mücadele ile geçirmiş peygamberin sürdürülebilirliği olamayan bir kaide koymasını aynı şekilde durumsallık olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu konuda oluşan ilk fırkalar arasında bile görüş birliği yoktur. Emevî Devleti sırasında yeni teşekkül eden ayrılık ve oluşumların ilki olan Şîa, Hz. Muhammed’in vefatından hemen sonra imâmetin Hz. Ali ve onun soyundan gelen belli kişilere intikal etmesini savunup bağlayıcı olabilmesi için olayı dinin rükünleri arasında saymıştır. Böylece hem Kureyş’in içerisinde bir sınırlandırmaya gitmiş hem de siyasi olan idareciliği dini bir boyuta çekmiştir. Hz. Osman’ın Şam Valisi Muaviye, Hz. Ali’ye biat etmeyip diğer biat etmeyenlerin pasif direnişlerini aktif hale getirmesi, Hz. Muhammed’in vefatından 30 yıl kadar sonra bir kısmı Şam, diğer ana akımın temsilcisi Hz. Ali’ye biat ederek Arap Yarımadası gibi küçük bir kara parçasında iki halifeli yönetimi başlatmıştır. Bu gelenek Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesinden sonra devam etmiştir. Emevî devleti halifesi Muaviye, “Halifetullah” kavramını kullanarak adeta İran ve Bizans idarecilerinin kendilerine Tanrının yeryüzündeki vekili sayması felsefesinden esinlenerek bu kavramı kullanmış ve Şîa’nın iman esaslarından saydığı imâmete alternatif yeni bir kavram üretmiştir. Emevî Devletinin yıkılışından sonraki süreçte ise Irak topraklarındaki Abbâsî Halifeliğine ilave olarak biri Endülüs’te Emevîler, diğeri Mısır’da Fatımîler liderliğinde İslam coğrafyasında halifeliğin üçe çıktığını görüyoruz. Abbâsî Halifeleri bu tarihten sonra Türkler ve Fârisîler ve Mısır Memluklülerinin kolayca idare ettiği göstermelik bir makamdan ibarettir. Bu tarihlerden sonra Şîa başta olmak üzere Osmanlı Devleti’nin son dönemleri hariç İslam coğrafyasında tek halife anlayışı uygulanamamıştır. Kabile kültürü ile bezenmiş sosyolojik bir ortamda yaşamış Arapların model devlet içerisinde kendi kabilesinden olmayan liderlere biat etmemesi tehlikesini öngören Hz. Muhammed’in Müslümanların en çok çekindiği cahiliye ölümü ile ilgili benzetmesi siyasal birliğin lüzumu için söylemiş olsa gerektir. Yoksa Hz. Ali’den başlayarak halifeye biatten imtina eden Müslümanların hepsinin cahiliye ölümü üzere öldüğünü iddia etmek imkân dâhilinde değildir. Bütün bu gelişmeler olurken İslam uleması konu ile ilgili net bir tavır belirleyememiş, idare-i maslahat kabilinden birtakım yaklaşımlarda bulunmuş, keskin söylemlere değişik yorumlar getirerek mevcut iktidarı rahatsız etmeyecek fetvalar vermişlerdir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Tarihsel Çalışmalar (Diğer) |
Bölüm | ARAŞTIRMA MAKALELERİ |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2024 |
Gönderilme Tarihi | 6 Şubat 2024 |
Kabul Tarihi | 27 Haziran 2024 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2024 |