The Qur’an which is the centre of Muslim faith and religious experience had been perceived by Christians as the product of the events of the life of the Prophet Muhammad in response particular needs of his own community and not God’s revelation to him. But, after the second half of the twentieth century, this negative and prejudiced attitude towards the Qur’an started to leave its place to a more positive and scholarly understanding. There are two significant reasons if this change: (1) The increasing number of scholarly and comprehensive studies on Islam, and specifically on the Qur’an in the light of new scientific developments. (2) The Increasing Muslim presence among Christians in Europe and United States of America from the 1960’s. In addition to these developments, in the area of the comparative study of religions has been indicated that a sacred text (book) is sacred for those who regards it divine, keeps it with respect and considers it normative for their religious beliefs and practices. In this article, we have examined the views of Canadian History of Religions W. Cantwell Smith who evaluate the status of the Qur’an according to this principles. Smith rejects the Western studies on the Qur’an up to his time by considering them as deficient and prejudiced. Since, according to him non of the statements of the Western student of the Qur’an is not right unless it is accepted by Muslims as true. By taking this principe into account, Smith is not interested in searching for the authenticity of the Qur’an by applying the modern scientific methods to it. Instead, in the light of the phenomenologicl approach, he gives priority to what Muslims say about the Qur’an and how the Qur’an serves them as the Word of God by contributing to shape and to develop the Muslims civilisation. By doing this, unlike many other Christians student of the Qur’an, he regards the status of the Qur’an as the Word of God for Muslims. After arriving this conclusion, Smith calls those who want to study the Qur’an do this in the light of phenomenological approach by acknowledging it as the Word of God for Muslims. Then, he argues that to do justice to the nature of the Qur’an it would be better to avoid using modern scientific methods which have been applied to the Bible in the Wester academies in the last three hundred years. To defend the necessity of the phenomenological approach to the Qur’an, the leading Muslim scholar Hasan Askari stresses that unlike the other approaches it starts with the conviction that there are phenomena, strictly religious, which cannot be reduced or turned into merely social, economic and psychological paradigms. As a conclusion, Smith’s stress on the meaning of the Qur’an in the heart of its followers rather than in the literary significance of its text can lead both Christians and Muslims to understand its value more positively. For, in our religiously pluralistic age, if the take into account the conveying message of each other’s scripture, the Qur’an and the Bible, rather than its text, we can study that scripture more positively in the light of our own circumstances and observe its contribution to its followers lives.
Müslümanların inancını ve dini tecrübesinin merkezi olan Kur’an, son dönemlere kadar Hıristiyanlar tarafından Allah’ın Hz. Muhammed’e bir vahyi olarak değil de onun kendi yaşamının olaylarının bir ürünü olarak telakki edilmiştir. Ancak özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısından sonra bu olumsuz ve önyargılı anlayış yerini daha olumlu ve akademik bir anlayışa bırakmaya başlamıştır. Bu değişimin iki temel nedeni vardır: (1) İslam diniyle ve dolayısıyla da onun en önemli unsuru olan Kur’an ile ilgili artarak yapılan ilmi ve kapsamlı çalışmalar. (2) 1960’lardan itibaren başta Avrupa ve Amerika olmak üzere Hıristiyanların yoğun olduğu bölgelerde giderek artan Müslüman nüfus. Bu gelişmelere ilaveten günümüzde mukayeseli dinler tarihi alanında yapılan çalışmalarda çeşitli dinsel geleneklerin kurtsal kitapları “bir kutsal kitap onu ilahi olarak kabul edip saygıyla muhafaza eden ve onu kendi dini inanç ve uygulamaları için bağlayıcı olarak görenler için kutsaldır” ilkesi ışığı altında ele alınmaya başlanmıştır. İşte biz bu çalışmamızda bu ilkeyi kendisine düstur edinerek Kur’an’ı anlamaya çalışan Kanadalı Dinler Tarihçi W. Cantwell Smith’in Kur’an’ın statüsü konusundaki görüşlerini incelemeye çalıştık. Smith, kendi döneminde kadar Kur’an’la ilgili yapılan batılı çalışmaları eksik ve önyargılı çalışmalar olarak nitelendirerek reddeder. Çünkü ona göre batılı Kur’an araştırmacılarının Kur’an hakkında söylediği hiçbir ifade, Müslümanlar tarafından doğru olarak kabul edilmedikçe doğru değildir. Bu ilke doğrultusunda Kur’an vahyinin sta-tünü değerlendiren Smith, modern bilimsel metotları Kur’an’a uygulayarak onun otantikliğini araştırmakla ilgilenmez. Bunun yerine o, fenomenolojik bakış açısını esas alarak Kur’an’ın ortaya çıkışından itibaren Müslümanların yaşamlarına olan etkisini ve İslam medeniyetinin oluşmasına yaptığı büyük etkiyi dikkate alarak Kur’an’ın Müslümanlar için Tanrının Kelamı olduğu sonucuna varır. Bu sonuçtan hareket eden Smith, genelde tüm Müslüman olmayan araştırmacıları özelde de Hıristiyanları fenomenolojik yaklaşımın ışığı altında Kur’an’ı araştırmaya teşvik eder. Bunu yaparak çeşitli bilimsel metotların Kur’an’a uygulanarak onun Tanrının sözü olup olmadığını araştırmanın Hıristiyan-Müslüman diyaloguna yardımcı olamayacağını ima eder. Çünkü ona göre bu tarz yaklaşımlar Hıristiyanları, Kur’an’ı bir kutsal kitap olarak değil de sıradan bir kitap olarak algılamaya sevk eder ve dolayısıyla da onun değerini düşürür. Bunun için Smith’e göre sadece Kur’an’ın Müslümanlar üzerindeki etkisini gözlemlemeye dayanan fenomenolojik yaklaşım, Hıristiyanların Kur’an’ın anlam ve fonksiyonunu Müslümanlar gibi anlamalarına yardımcı olur. Çünkü Müslüman alim Hasan Askari’nin de altını çizdiği gibi diğer yaklaşımların aksine “fenomenolojik yaklaşım sosyal, ekonomik ve psikolojik paradigmalara dönüştürülemeyen veya indirgenemeyen son derece dini bir fenomenin varlığı kanaati ile işe başlar”. Literal metot ve tarihi tenkit metodu gibi metotlarla fenomenolojik metot arasındaki en önemli fark onun yukarıda da belirttiğimiz gibi dini fenomeni olduğu gibi kabul ederek işe başlarken diğerlerinin, dini fenomenin değerini ve kutsallığını azaltarak insanların gözünde onun hakkında şüphe uyandırmaya ve hatta sonunda onu reddetmeye yol açmalarıdır. Sonuç olarak Smith’in Kur’an’ın metninin lafzının öneminden ziyade onun taraftarlarının kalplerindeki anlamı üzerinde vurgu yapması hem Müslümanları hem de Hıristiyanları Kur’an’ın değerini daha olumlu olarak anlamaya götürür. Çünkü, dini çoğulculuğun hakim olduğu günümüz dünyasında, şayet biz birbirimizin kutsal kitaplarının, Kur’an ve Kitab-ı Mukaddes’in metinlerinden ziyade taşıdıkları mesajı dikkate alırsak, o zaman biz bu kutsal kitapları kendi şartlarımızın ışığı altında daha olumlu olarak inceleyebilir ve tabiilerinin hayatları üzerine olan katkılarını daha iyi gözlemleyebiliriz
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Nisan 2001 |
Gönderilme Tarihi | 2 Kasım 2014 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2001 Cilt: 12 Sayı: 12-13 |