“Her devrim kendi evlâtlarını yer” sözü, kimi zaman bir klişe olarak değerlendirilse de tarihsel süreç içerisinde birçok defa doğruluğu teyit edilmiş güçlü bir gerçekliği yansıtmaktadır. Zira siyasal, toplumsal ve kültürel devrimlerin doğası gereği, başlangıçta ortak idealler uğruna aynı safta yer alan aktörlerin zamanla karşıt kamplarda konumlandığı; rekabetin, fikir ayrılıklarının ve iktidar mücadelelerinin belirleyici hâle geldiği gözlemlenmektedir. Bu dinamik yalnızca Fransız Devrimi ya da Bolşevik İhtilâli gibi dünya tarihinin kritik kırılma anlarında değil, aynı zamanda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan Türk modernleşme süreci bağlamında da geçerliliğini korumaktadır. Nitekim on dokuzuncu yüzyıl ve sonrasına bakıldığında—özellikle anayasal düzen arayışlarının ve modernleşme çabalarının yoğunlaştığı II. Meşrutiyet dönemi ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında—devrimci öncülerin süreç içerisinde sistem tarafından dışlandığına veya muhalefet pozisyonuna itildiğine dair sayısız örnekle karşılaşmak mümkündür. II. Meşrutiyet’in temel kadrolarının kısa süre içerisinde marjinalleşmesi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ise Millî Mücadele’nin sembol isimlerinin siyaseten tasfiye edilmesi, kuşkusuz bu tarihsel eğilimin somut yansımaları olarak değerlendirilebilir.
The saying “Every revolution devours its own children,” though sometimes dismissed as a cliché, in fact reflects a powerful truth that has been repeatedly confirmed throughout history. By their very nature, political, social, and cultural revolutions often begin with actors united under common ideals, only for those same individuals to later find themselves on opposing sides as rivalry, ideological divergence, and struggles for power become decisive. This dynamic is observable not only in critical turning points of world history such as the French Revolution or the Bolshevik Revolution, but also within the context of Turkish modernization from the Ottoman Empire to the Republic. Indeed, when one examines the nineteenth century and beyond—particularly the Second Constitutional Era, with its heightened constitutional aspirations and modernization efforts, as well as the early years of the Republic—it is possible to identify countless examples of revolutionary pioneers being sidelined by the system or pushed into opposition. The rapid marginalization of the leading cadres of the Second Constitutional Era, and the political elimination of prominent figures of the National Struggle during the early Republic, can undoubtedly be regarded as concrete manifestations of this historical tendency.
| Birincil Dil | Türkçe |
|---|---|
| Konular | Türkiye Cumhuriyeti Tarihi |
| Bölüm | Kitap İncelemesi |
| Yazarlar | |
| Yayımlanma Tarihi | 31 Ekim 2025 |
| Gönderilme Tarihi | 23 Eylül 2025 |
| Kabul Tarihi | 14 Ekim 2025 |
| Yayımlandığı Sayı | Yıl 2025 Cilt: 1 Sayı: 1 |