Psikoloji, 1879’da bilim olma niteliğine kavuşmuştur. Ama öncesinde derin bir tarihe sahiptir. Psikoloji tarihi ile ilgili literatür incelendiğinde, psikolojinin tamamen Batılı düşünce ve bilim insanları tarafından şekillendirilmiş bir bilim olduğu şeklindeki bir yaklaşımla karşılaşılmaktadır. Oysaki Ortaçağ İslam filozoflarının “İlmü’n Nefs” adını verdikleri psikoloji ile ilgili çok önemli görüşleri vardır. Ne yazık ki, bu filozofların psikoloji hakkındaki görüşleri çok az bilinmektedir. İslâm düşüncesinin duyum, algı ve düşünme üzerine eğilmesinin tarihi, İslâm toplumunun felsefeyle tanıştığı 8. yy.’a kadar uzanmaktadır. Özellikle Aristoteles’in İslam felsefesi üzerinde bıraktığı izler çok derin olmuştur. Bu nedenle Aristoteles “Muallim-i Evvel (İlk Öğretmen)” olarak, İslam felsefesinin en büyük filozoflarının başında gelen Fârâbî ise, “Muallim-i Sani” (ikinci öğretmen) olarak nitelendirilmektedir. Yunan ve Helenistik felsefe ve bilim geleneğini devralan İslam Medeniyeti, Platon’un ruh hakkındaki görüşlerini Phaidon, Timaios ve Politeia gibi 9. yy.’da Arapça'ya çevrilen diyalogları aracılığıyla, Aristoteles'in psikolojiye dair görüşlerini ise De Anima'yı “Kitabü'n Nefs” adıyla tercüme ederek öğrenmişlerdir Ayrıca Aristoteles’in, Parva Naturalia başlığı altında toplanan psikoloji alanındaki diğer kısa yazılarını da “el-His ve'l-mahsus” olarak adlandırılan tercümeler aracılığıyla tanımıştır. İskender Afrodisi’nin şerhi ile De Anima ile tanışan, İslam felsefesi, bilginin kökeni ve ruh-beden etkileşimi konusunda görüşler üretmiştir. Aristoteles bilginin nasıl oluştuğu ve “akıl” denen mekanizmanın nasıl işlediği konusuna eğilmişti. Zaten bu mesele, peripatetik felsefede önemli bir yer işgal etmekteydi. Theofrastos'tan İbn Rüşd'e kadar devam eden tarihi gelişim içinde hemen hemen bütün filozoflar, aklı nefsin pasif bir fonksiyonu olarak görmüşler ve insan aklının, kendiliğinden bilgi üretmede yetersiz kaldığını ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda Antik felsefede başlayan bilginin nasıl elde edildiği yönündeki tartışmanın İslam felsefesine de sıçradığı görülmektedir. Bilginin elde edilmesinde duyumlar ve deneyimler mi yoksa akıl mı etkindir tartışmasında, İslam felsefesinin akıl tarafında yani rasyonalist tarafta saf tuttuğunu görmekteyiz. Ayrıca, Descartes’in felsefe dünyasına soktuğu ruh-beden ikilemi tartışmasına, ki bu tartışma psikolojinin doğuşuna neden olan tartışma olarak bilinmektedir, İslam felsefesi de ciddi bir şekilde eğilmiştir. Bu bağlamda özellikle İbn Sînâ ve İbn Rüşd dikkat çekmektedir. İbn Sînâ, beden ve ruhun birbiriyle etkileşmediğini, ayrı çalıştığını ileri sürerek psikofizik paralelci, İbn Rüşd ise ruh ve bedenin birbiriyle etkileşim içinde olduğunu savunarak psikofizik etkileşimci yaklaşım sergilemiştir. Diğer yandan İbn El Heysem ise, görme ile ilgili fikirleri ile duyum ve algı konusunda psikoloji açısından önemli bir yere sahiptir. Kendisinden önce kabul edilen “Gözışın Kuram”ı denilen bir kuramı yanlışlayıp günümüz modern biliminde de kabul edilen bir kuram ortaya koymuştur. Bu bilgiler doğrultusunda bu çalışmada, Ortaçağ İslam Filozoflarının bilim ve psikoloji tarihine yaptıkları katkılar ele alınacaktır.
Psikoloji, 1879’da bilim olma niteliğine kavuşmuştur. Ama öncesinde derin bir tarihe sahiptir. Psikoloji tarihi ile ilgili literatür incelendiğinde, psikolojinin tamamen Batılı düşünce ve bilim insanları tarafından şekillendirilmiş bir bilim olduğu şeklindeki bir yaklaşımla karşılaşılmaktadır. Oysaki Ortaçağ İslam filozoflarının “İlmü’n Nefs” adını verdikleri psikoloji ile ilgili çok önemli görüşleri vardır. Ne yazık ki, bu filozofların psikoloji hakkındaki görüşleri çok az bilinmektedir. İslâm düşüncesinin duyum, algı ve düşünme üzerine eğilmesinin tarihi, İslâm toplumunun felsefeyle tanıştığı 8. yy.’a kadar uzanmaktadır. Özellikle Aristoteles’in İslam felsefesi üzerinde bıraktığı izler çok derin olmuştur. Bu nedenle Aristoteles “Muallim-i Evvel (İlk Öğretmen)” olarak, İslam felsefesinin en büyük filozoflarının başında gelen Fârâbî ise, “Muallim-i Sani” (ikinci öğretmen) olarak nitelendirilmektedir. Yunan ve Helenistik felsefe ve bilim geleneğini devralan İslam Medeniyeti, Platon’un ruh hakkındaki görüşlerini Phaidon, Timaios ve Politeia gibi 9. yy.’da Arapça'ya çevrilen diyalogları aracılığıyla, Aristoteles'in psikolojiye dair görüşlerini ise De Anima'yı “Kitabü'n Nefs” adıyla tercüme ederek öğrenmişlerdir Ayrıca Aristoteles’in, Parva Naturalia başlığı altında toplanan psikoloji alanındaki diğer kısa yazılarını da “el-His ve'l-mahsus” olarak adlandırılan tercümeler aracılığıyla tanımıştır. İskender Afrodisi’nin şerhi ile De Anima ile tanışan, İslam felsefesi, bilginin kökeni ve ruh-beden etkileşimi konusunda görüşler üretmiştir. Aristoteles bilginin nasıl oluştuğu ve “akıl” denen mekanizmanın nasıl işlediği konusuna eğilmişti. Zaten bu mesele, peripatetik felsefede önemli bir yer işgal etmekteydi. Theofrastos'tan İbn Rüşd'e kadar devam eden tarihi gelişim içinde hemen hemen bütün filozoflar, aklı nefsin pasif bir fonksiyonu olarak görmüşler ve insan aklının, kendiliğinden bilgi üretmede yetersiz kaldığını ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda Antik felsefede başlayan bilginin nasıl elde edildiği yönündeki tartışmanın İslam felsefesine de sıçradığı görülmektedir. Bilginin elde edilmesinde duyumlar ve deneyimler mi yoksa akıl mı etkindir tartışmasında, İslam felsefesinin akıl tarafında yani rasyonalist tarafta saf tuttuğunu görmekteyiz. Ayrıca, Descartes’in felsefe dünyasına soktuğu ruh-beden ikilemi tartışmasına, ki bu tartışma psikolojinin doğuşuna neden olan tartışma olarak bilinmektedir, İslam felsefesi de ciddi bir şekilde eğilmiştir. Bu bağlamda özellikle İbn Sînâ ve İbn Rüşd dikkat çekmektedir. İbn Sînâ, beden ve ruhun birbiriyle etkileşmediğini, ayrı çalıştığını ileri sürerek psikofizik paralelci, İbn Rüşd ise ruh ve bedenin birbiriyle etkileşim içinde olduğunu savunarak psikofizik etkileşimci yaklaşım sergilemiştir. Diğer yandan İbn El Heysem ise, görme ile ilgili fikirleri ile duyum ve algı konusunda psikoloji açısından önemli bir yere sahiptir. Kendisinden önce kabul edilen “Gözışın Kuram”ı denilen bir kuramı yanlışlayıp günümüz modern biliminde de kabul edilen bir kuram ortaya koymuştur. Bu bilgiler doğrultusunda bu çalışmada, Ortaçağ İslam Filozoflarının bilim ve psikoloji tarihine yaptıkları katkılar ele alınacaktır.
Journal Section | Makaleler |
---|---|
Authors | |
Publication Date | June 30, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Volume: 5 Issue: 1 |
ASIAN JOURNAL OF INSTRUCTION
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.