Terörizme dair anlatılar çoğu zaman siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılmakta ve suistimal edilmektedir. Bu, özellikle 7 Ekim baskınından sonra, Birleşik Krallık ve genel olarak Batı'da, soykırımın terörizme karşı kendini savunma olarak meşrulaştırıldığı bir biçimde, hiç olmadığı kadar açık bir şekilde görülmüştür. Zalimin devlet terörizmini tamamen göz ardı ederken direniş savaşçılarını terörist olarak sunma ikiyüzlülüğü yeni bir şey değildir. Bu makale, Birleşik Krallık’ın apartheid Güney Afrika’sı ve buna karşı savaşan kurtuluş hareketi etrafındaki anlatıları geriye dönük inceleyerek, Filistinli direniş savaşçılarının terörist olarak etiketlenmesi ve işgalciler tarafından gerçekleştirilen açık devlet terörizminin göz ardı edilmesi konusundaki ikiyüzlülük ile paralellikler kurmaktadır. Makale, ayrıca Birleşik Krallık Terörizm Yasası’nın mevcut bağlamdaki kullanımını ve kötüye kullanımını analiz etmekte, bu durumun, sadece soykırım için onay üretme amacı taşımakla kalmayıp, aynı zamanda böyle bir onayın yokluğunu ve geniş halk kitlelerinin terörizm anlatısını açıkça reddetmesini zorla gizlemeyi hedefleyen ciddi bir ifade özgürlüğü saldırısını ortaya koyduğunu göstermektedir. Son olarak makale, Birleşik Krallık terörizm anlatısının Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne (UCM) İngiliz Savcı tarafından seçilen dil aracılığıyla nasıl sızdığını kısaca özetliyor.
Narratives of terrorism are often used and misused for political goals. This has never been as blatantly apparent as in the UK and the West in general after the 7 October raid where even genocide is being legitimised as self-defence against terrorism. The hypocrisy of presenting resistance fighters as terrorists while entirely disregarding the state terrorism of the oppressor is nothing new. This article looks back at British narratives surrounding apartheid South Africa and the liberation movement fighting against it to draw parallels with the current hypocritical branding of Palestinian resistance fighters as terrorists while ignoring blatant state terrorism perpetrated by the occupier. The paper further analyses the use and abuse of the UK Terrorism Act in the current context, which reveals a severe assault on freedom of expression with the apparent goal of not merely manufacturing consent for the genocide but also forcefully concealing the lack of such consent and the outright rejection of the terrorism narrative in a large part of the general public. Finally, the paper briefly outlines how the UK terrorism narrative has infiltrated the International Criminal Court (ICC) through the language chosen by its British Prosecutor.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Criminal Law, International Criminal Law |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 30, 2025 |
Submission Date | January 27, 2025 |
Acceptance Date | June 27, 2025 |
Published in Issue | Year 2025 Volume: 3 Issue: 1 |