İnsanlık ve denizel kaynaklar arasındaki bağımlılığa rağmen, ekosistemlerin kaybını ve neticede iklim değişikliğini getiren, aşırı avlanma, aşırı kullanım, seyrüsefer, kara kaynaklı kirlilik gibi unsurları içeren insan faaliyetleri, denizel biyoçeşitliliğin sürdürülmesi ve deniz çevresinin korunmasına ilişkin en büyük tehdittir.
Deniz çevresinin korunabilmesi için en hayati çözümlerden biri, deniz ve okyanuslardaki insan faaliyetlerini sınırlamak için belirli alanların ihdas edilmesidir. Muhtelif korunan alanların yanısıra, deniz koruma alanları (DKA’lar), sadece ulusal yetki alanları için değil, ulusal yetkinin ötesindeki alanlar için de kullanışlı ve etkili bir alan bazlı yönetim aracı olarak görünmektedir. Günümüzde dünyada 18.448 DKA bulunmaktadır. Ayrıca bu korunan alanların tahsisi için pek çok farklı gerekçe ve farklı usuller bulunmaktadır. İyi tasarlanmış ve tam olarak uygulanabilen korunan alanların deniz ve okyanuslar açısından faydaları, hükumetlerarası ve hükumet-dışı örgütler tarafından defalarca belgelendirilmiştir. Ancak günümüzde bu korunan alanlarına ilişkin hukuki rejimi tanımlayan bir uluslararası hukuk çerçevesi bulunmamaktadır.
Sui generis korunan alanlara ilişkin uluslararası hukuk rejimin bulunmaması, Devletlerin bölgesel andlaşmalar ve çeşitli düzenlemeler çerçevesindeki mevcut hak ve yükümlülüklerinin yorumlanmasında geniş bir alan yaratmaktadır. Bu çalışmada, Devletlerin sui generis korunan alanların kurulmasına ve bu alanlardaki insan faaliyetlerinin düzenlenmesine ve sınırlanmasına ilişkin, hem ulusal yetkileri içindeki deniz alanları hem de açık denizlerdeki hukuki ehliyetleri ve yetkileri uluslararası hukuk bakımından incelenmiştir. Bu perspektif içerisinde, DKA’lara ilişkin bazı andlaşma rejimleri işlevsellikleri bakımından gözden geçirilmiş ve mevcut zorluklardan birtakım sonuçlara varılmıştır
Despite the dependency between humanity and the marine resources, human activities have been the major threats to the sustainability of marine biodiversity and marine environment protection such as over-fishing, over-exploitation, shipping and land base pollution which have induced the loss of ecosystems and the climate change eventually.
The establishment of designated areas in the oceans and seas to restrict human activities is one of the most viable solutions to the successful protection of the marine environment. Marine protected areas (MPAs) along with various protected zones appear as useful and efficient area-based management tools not only for the national jurisdiction areas, but also for the areas beyond national jurisdiction. Today, there are 18.448 MPAs in the world. Also, there are different types and reasons for the establishment of those protected areas. The benefits of establishing well-designed and enforced fully protected areas in seas and oceans are well-documented by intergovernmental and non-governmental organizations several times. However, there is no international legal framework which defines the legal regime of those protected areas contemporarily. The lack of any international legal framework related to sui generis protected areas, opens up a wide space for interpreting the existing rights and obligations of States under various regional agreements and arrangements.
In this article, the legal competence and jurisdiction of the States to establish sui generis protected areas and to regulate and restrict human activities within them, both within national jurisdiction and on the high seas, have been examined in respect of international law. Within this perspective, few conventional regimes related to the MPAs have been reviewed in respect of their functionalities and some conclusions have been derived from current difficulties.
Primary Language | English |
---|---|
Subjects | Space, Maritime and Aviation Law |
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Early Pub Date | May 14, 2024 |
Publication Date | October 14, 2022 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 4 Issue: 2 |