Hanefî mezhebinin furu konusundaki en önemli ve kapsamlı kaynaklarından birini teşkil eden Mebsût’un müellifi Serahsî, kitabına mukaddime olarak kaleme aldığı Usûl’ünde mezhebin fıkıh usulüne dair görüşleri meyanında sünnet ve hadise bakışını da detaylandırıp sistematize etmiştir. Serahsî’ye göre sünnet Hz. Peygamber’in ve sahabenin dinde takip ettiği yoldur. Edille-i şer‘iyyenin ikincisini teşkil eden sünnet ona göre mütevatir ve meşhur tarikle gelen hadislerden oluşmakta ve kesin veya kesine yakın bir bilgi vermektedir. Haber-i vahidler ise Kur’an ve sünnet gibi kesinlik taşıyan delillerle uyumlu olduğu takdirde, zannilik taşımakla birlikte söz konusu sünnet kapsamına girmekte, aksi takdirde garib/şaz sayılıp itibara alınmamaktadır. Serahsî’nin ravide bulunması gereken şartlar konusundaki görüşleri genel olarak hadis usulü ile paralellik arz eder. Farklılık daha ziyade ravide fıkıh özelliğinin öne çıkarılmasında ve bu şartların zahirî ve batıni şeklinde ikiye ayrılmasında kendini gösterir. Serahsî ayrıca hadisteki inkıtaı da sureten ve manen olmak üzere iki kısımda mütalaa ederek zahir-batın ayrımını bu konuda da sürdürmüştür. Ona göre hadisin mürsel olması suri inkıta, Kur’an ve sünnet gibi delillere aykırı olması manevi inkıtadır. Sonuçta Serahsî’nin sünnete bakışında fıkıh merkezli bir yaklaşımın hakim olduğunu ve hadis rivayeti ile ilgili konularda Hanefî mezhebinin görüşlerini yansıtan kendine has bir dil, kavramlaştırma ve metodoloji takip ettiğini söylemek mümkündür
The author of al-Mabsût, one of the most important and comprehensive
legal sources in the Hanafî school, al-Sarakhsî systematically
explained the Hanafî fiqh methodology, including
its view of the sunnah and hadith, in his book Usûl al-Sarakhsî,
which he wrote as an introduction to his al-Mabsût. The sunnah
refers, according to Sarakhsî, to the path the Prophet and
his companions followed in the religion of Islam. Constituting
the second basic source of the sharia, the sunnah for him consists
of mashhûr and mutawâtir narrations implying absolute
or near-absolute truth. Akhbâr al-wâhid, on the other hand,
are considered within the scope of the sunnah inasmuch as
they are compatible with the Qur’ân and Sunnah despite their
lack of certainty; otherwise they are deemed gharîb or shâzz
(weak narration) and thus rejected. Sarakhî’s view on the preconditions
for a narrator is on the whole in line with the traditional
hadith methodology. The main diference lies in his
emphasis on the jurist identity of the narrator and in his distinction
between zâhir (external) and bâtin (internal) preconditions.
He also applied the same distinction to his discussion
on the inqitâ‘ (interruption in chain) by dividing it into apparent
(sûratan) and figurative (ma‘nan) types. For him while the
mursal kind of chain interruption refers to an apparent interruption
(inqitâ‘ sûrî), and its contradiction to the Qur’ân and
Sunnah refers to a figurative one (inqitâ‘ ma‘nawî). This article
thus tries to demonstrate that al-Sarakhsî’s view of the Sunnah
is a fiqh-centered one and that the language, conceptualization
and methodology that he used in his work reflect the
Hanafî shool’s view of the hadith.
Other ID | JA35VS22PK |
---|---|
Journal Section | Article |
Authors | |
Publication Date | December 1, 2012 |
Published in Issue | Year 2012 Issue: 33 |