Bu çalışmada; resim, performans, sinema ve edebiyat gibi farklı sanat disiplinlerinde üretim yapan sanatçıların, insan doğasına dair düşüncelerinin eserlerine yansımaları incelenerek değerlendirilmektedir. Bu makalenin temel savlarından biri, insanın hem topluma ihtiyaç duyan hem de ondan kaçan bir varlık olarak mahkûm olduğu “sosyal varoluş paradoksu”nun ruhsal sorunlara yol açtığıdır. Sosyal etkileşim sürecinde oluşan benlik zedelenmeleri, filogenetik şiddet eğilimi ve kültürel sürecin oluşturduğu yıkıcı eğilimler, insan doğasının eleştirisi olarak sosyal deneylere ve sanata konu olmuştur. Sanata son derece eleştirel olarak yansıyan insanın doğası, fırsat oluştuğunda kötü, bencil, sadist, şiddete meyilli, fırsatçı olarak yansıtılmaktadır. Normal koşullarda toplumun uyumlu olarak görülen bireyleri yargılanmadıkları koşullarda her türlü kötülüğü yapacak düzeye gelmekte, yargılandığında ise masum rolü oynamaktadır. Savaşla yetinmeyip ölümü daha acılı hale getirmek için korkunç yöntemlere başvuran ve işkenceyi seyirlik bir malzeme haline getiren insanı eleştiren Callot; direnişçileri öldürmekle yetinmeyip onurlarını kırmak için türlü yönteme başvuran ve işledikleri dehşetten zevk alan askerleri eleştiren Goya; gücün bodrumlarda yarattığı dehşetle bir şeytana dönüştürdüğü maskenin ardındaki insanı gösteren Max Beckmann; hiçbir nedenleri olmadığı halde istediklerini yapma fırsatı verildiğinde işkenceye başvuran sıradan insanların görüldüğü Abramovic’in Ritim-0 performansı; dünyaya barış ve güveni yaymak isterken korkunç bir şekilde hayatına mal olan ‘Barış Gelini’ performansıyla Pippa Bacca; Yusuf Atılgan’ın, günün birinde bastırılmış duyguları tetikleyen bir kıvılcımla ortaya çıkan katili işlediği Zebercet karakterine; güçsüz iken bir soytarı gibi davranan güç kazandığında ise acımasız bir insana dönüşen insanı ele alan Dostoyevski’nin Stepançikovo Köyü ve Sakinleri; her türlü ihtiyacını karşılayan ablasına karşı canavarlaşan saf ve sakat bir insanın, emek ve fedakarlık karşısında nasıl empati duygusunu kaybettiğini anlatan Emile Zola’nın Toprak romanına; sahip olduğu gücü fark ettikçe kötüleşen ve çaresiz bir kurbanı alabildiğine sömüren insanı sert bir şekilde eleştiren Lars von Trier’in ‘Dogville’ filmi ile güven ihtiyacından dolayı topluma ihtiyaç duyan ama o topluma güven sağlamak için hiçbir şey yapmayan bencil insanın iki yüzünü gösteren Ruben Östlund’ın ‘Kare’, filmine kısaca değinilmektedir. Bu çalışmanın amacı sanatçıların insan doğasına dair sanata yansıtmak istedikleri düşüncelerin incelenerek anlaşılmasını sağlamaktır. Çalışmanın önemi sanatçıların vermeye çalıştığı mesajları sanatsal boyutlarıyla açıklığa kavuşturup, sanatçıların ve sanat yapıtlarının anlaşılmasını ve bu anlamda sanat literatürüne katkı sağlamaktır. Bu çalışma literatür taramasına dayalı eser incelemeyi baz alan bir çalışmadır.
In this study; The reflections of the thoughts on human nature of the artists who produce in different art disciplines such as painting, performance, cinema and literature are examined and evaluated. One of the main arguments of this article is that the “social existence paradox”, in which human beings are condemned as both a needy and an escapee from society, causes mental problems. Self-injury in the process of social interaction, phylogenetic violence tendency and destructive tendencies created by the cultural process have been the subject of social experiments and art as a criticism of human nature. The nature of the human being, which is reflected very critically in art, is reflected as bad, selfish, sadistic, inclined to violence and opportunistic when the opportunity arises. Under normal conditions, individuals who are seen as harmonious in the society come to the level of doing all kinds of evil when they are not judged, and when they are judged, they play the role of innocent.
Callot, who criticizes the human being who is not content with war and resorts to terrible methods to make death more painful and makes torture a spectacle; Goya, who criticizes the soldiers who not only kill the insurgents, but resort to various methods to humiliate them and take pleasure in their horrors; Max Beckmann, who shows the man behind the mask that the power has turned him into a demon with the horror created in the basements; Abramovic's Rhythm-0 performance, in which ordinary people resort to torture when given the opportunity to do whatever they want without any reason; Pippa Bacca with her performance of The Brides on Tour, which cost her life horribly while trying to spread peace and trust to the world; Yusuf Atılgan, who characterizes the murderer that one day emerges with a spark that triggers suppressed emotions of Zebercet character; Dostoyevsky who reveals a character who behaves like a buffoon when he is weak and turns into a cruel person when he gains power in The Village of Stepanchikovo; Emile Zola, who narrates how a naive and crippled person becomes a monster against his sister, who catering all his needs, loses his sense of empathy in response to effort and sacrifice in The Soil; Lars von Trier's 'Dogville' movie, which harshly criticizes human beings who deteriorate as they realize the power they got and exploit a desperate victim to the fullest extent and Ruben Östlund's The Square, which shows the two faces of selfish human beings who need the society because of their need for trust, but does nothing to provide trust to that society, is briefly mentioned. The aim of this study is to examine and understand the thoughts that the artists want to reflect on art about human nature. The importance of the study is to clarify the messages that the artists try to give with their artistic dimensions, to understand the artists and works of art and to contribute to the art literature in this sense. This study is a research that based on literature review that supported by art-work analysis.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Derleme |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 29 Aralık 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 |
https://dergipark.org.tr/tr/pub/ijca