Abstract
Yaygın olarak “çok kültürlülük” olarak isimlendirilen etnik çeşitliliğin yasal ve politik uyumu ile ilgili fikirler eski etnik ve ırksal hiyerarşi formlarının yerine demokratik vatandaşlığın yeni ilişkileri getirme aracı olarak Batı'da ortaya çıktı. Bu politikaların bu amaca yönelik ilerlemeler kaydettiği yönündeki önemli delillere rağmen bir kısım politik liderler topluluğu bunu bir başarısızlık olarak ifade edip, çok kültürlülüğün “ölümünü” ilan etmişlerdir.
Bu bilinen ustaca anlatım tarzı problemlidir, çünkü çok kültürlülük üzerine yapılan deneylerin tabiatını yanlış bir şekilde karakterize ediyor; onların terk edilme derecelerini abartıyor ve karşılaştıkları gerçek zorlukları ve sınırlamaları ve onların üzerine nasıl eğilinmesi gerektiğinin alternatiflerinin neler olduğunu yanlış bir şekilde belirlemektedir.
Bu makale çok kültürlülük ile alakalı dört güçlü mite (söylence) meydan okumaktadır (karşı çıkmaktadır):
- Öncelikle, çok kültürlülüğün işsizlik ve toplumsal izolasyon gibi ciddi sosyal problemlerin aleyhine olacak şekilde eleştirel olmayan bir yüceltme olarak karikatürize edilmesine karşı çıkmakta ve çok kültürlülüğün, insan hakları ideallerinden ilham alan ve o haklarla sınırlanan yeni demokratik vatandaşlık ilişkileri arayışı olarak anlatımını tavsiye etmektedir.
- İkincisi, çok kültürlülüğün “toptan bir geri çekilme” (vazgeçme) halinde olduğu fikrine karşı çıkıyor ve çok kültürlülük politikalarının hala devam ettiğine, hatta son on yılı aşkın bir süredir daha da güçlendiğine dair deliller sunuyor.
- Üçüncüsü, çok kültürlülüğün “kesinlikle başarısız olduğu” fikrine karşı çıkıyor ve onun yerine çok kültürlülük politikalarının pozitif etkileri olduğu yönünde deliller sunuyor.
Dördüncüsü, sivil toplum bütünleşmesi (entegrasyonu) politikalarının yayılmasının çok kültürlülüğün yerini aldığı ya da çok kültürlülüğü hükümsüz
- kıldığı fikrine karşı çıkıyor. Çok kültürlülük politikalarının birtakım sivil toplum politikaları formlarıyla tamamen uyumlu olduklarını ve çok kültürlülüğün sivil toplumnun “yetki veren” bir formuyla kombinasyonunun en azından bazı durumlarda gerçekten de hem normatif olarak arzu edilir hem de ampirik olarak etkili olduğunu öne sürüyor.
Bu meseleleri ele almak için bu makale Çok Kültürlülük Politikası İndeksini (fihrist) kullanıyor. Bu indeks tercih yapmak zorunda kalan liberal demokrat devletlerin göçmen gruplarıyla bağlantılı olarak daha çok kültürlü vatandaşlık formları geliştirmeye karar verdikleri sekiz somut politika (uygulama) alanını belirliyor ve zaman içinde farklı ülkelerin ne derece bu politikaların bazılarını ya da hepsini benimsediklerini ölçüyor. Kamuoyunca iyi bilenen bazı çok kültürlülük politikalarını geri çekme vakaları olsa da- Hollanda'da olduğu gibi- 1980'den 2010'a kadar ki genel şablon mütevazı bir güçlendirme şeklinde oldu. İronik bir şekilde, çok kültürlülüğün “başarısız” olduğu konusunda yaygara kopartan bazı ülkeler aslında aktif bir çok kültürlülük stratejisi uygulamamışlardır (Almanya'da olduğu gibi).
Çok kültürlülükten geri çekilme konuşmaları çok kültürlü bir entegrasyonun Batı demokrasileri için hala geçerli bir ihtimal olduğu gerçeğini belirsizleştirmektedir. Ancak yeni çok kültürlü vatandaşlık modellerini benimsemeye yönelik bütün teşebbüsler kökleşmemiş ya da istenilen etkilere ulaşmakta başarılı olmamışlardır. Çok kültürlülüğü ya kolaylaştırabilecek ya da engelleyebilecek bazı faktörler vardır:
- Etnik ilişkilerin güvensiz hale gelmesi (Güvenlik Tedbirlerinin Azaltılması): Çok kültürlülük devlet ve azınlıklar arasındaki ilişkiler bir devlet güvenliği değil de bir sosyal politika meselesi olarak görüldüğünde en iyi sonucu verir. Eğer devlet göçmenleri bir güvenlik tehdidi olarak algılarsa (11 Eylül'den sonraki Arap/Müslüman durumunda olduğu gibi) çok kültürlülüğe verilen destek ve azınlıkların çok kültürlü hak taleplerini dile getirme olanakları bile azalacaktır.
- İnsan hakları: Çok kültürlülüğe verilen destek etnik ve dini sınırlar arasında insan haklarına ortak bir bağlılık olduğu varsayımına dayanır. Eğer devletlerde bazı grupların insan hakları normlarına saygı duyamayacakları ya da bu konuda isteksiz oldukları algısı olursa onlara çok kültürlülük haklarını ya da kaynaklarını vermeleri muhtemel değildir. Çok kültürlülüğe karşı itirazların çoğu temelde özel olarak Müslümanlarla ilgili endişelerden ve onların liberal-demokratik normlara entegre olma konusunda isteksiz olarak algılanmalarından kaynaklanıyor.
- Sınır kontrolü: Çok kültürlülük vatandaşların sınırları üzerindeki kontrolleri yitireceklerinden korktukları durumlarda, örneğin ülkelerin çok sayıda yasadışı göçmen ya da mülteci ile (ya da onların beklenmedik bir akınıyla) karşı karşıya kaldığı ülkelerde daha da tartışmalı hale geliyor.
- Göçmen gruplarının çeşitliliği: Çok kültürlülük muhtemelen gerçekten çok kültürlü olduğu zaman, yani göçmenler ezici bir çoğunlukla tek bir gönderici ülkeden değil de (ki bu durumda çoğunlukla daha kutuplaşmış (polarize) ilişkiler kurulması kuvvetle muhtemeldir) birçok farklı gönderici ülkeden geldiklerinde en iyi şekilde çalışır.
- Ekonomik katkılar: Çok kültürlülüğe destek göçmenlerin kendi üzerlerine düşeni yaptıkları ve topluma-özellikle ekonomik anlamda- katkıda bulunmak için iyi niyetli bir çaba içerisinde oldukları algısına bağlıdır.
Bu kolaylaştırıcı koşullar var olduğunda, çok kültürlülük “düşük riskli” bir opsiyon olarak görülebilir ve gerçekten de bu koşullar altında iyi işe yaradığı görülmüştür. Çok kültürlülük göçmenlerin genelde yasadışı ve dar görüşlü uygulamaların veya hareketlerin potansiyel taşıyıcıları ve/veya refah devleti üzerindeki net bir yük olarak görüldüğü “yüksek riskli” durumlarda destek kaybeder. Ancak göçmen çok kültürlülüğünü bu şartlar altında reddetmenin daha riskli bir hareket olduğu iddia edilebilir. Asıl göçmenlerin gayrimeşru, dar görüşlü ve külfetli olarak algılandıkları zaman çok kültürlülüğe ihtiyaç olabilir,