Abstract
İnsülin’in yaklaşık 80 yıl önce kliniğe girmesi diyabetik hastalara normal yaşamlarını sürdürme olanağı tanımasına karşın bu hastalarda zamanla çeşitli dejeneratif komplikasyonlar oluşabilmektedir. 1922 yılından önce, insülin eksikliği sonucu gelişen diyabetik ketoasidozis diyabetik hastaların başlıca ölüm nedeni olmasına karşın; bu tarihten sonra özellikle kardiyovasküler sorunlar diyabetik morbidite ve mortalitenin en başta gelen nedenleri arasında yer almıştır. Diyabetin yolaçtığı kardiyak bozukluklar aterosklerozun bir sonucu olarak gelişebildiği gibi mikroanjiopati, makroanjiopati, otonomik nöropati ve kalpte yapısal, fonksiyonel, biyokimyasal değişimlere neden olan öteki bazı faktörlerin bir kombinasyonu olarak da ortaya çıkabilmektedirler. Ne var ki, diyabetik hastaların önemli sayılabilecek bir bölümünde sözü edilen faktörlerin bulunmamasına karşın kardiyak problemlerin gözlenebilmesi spesifik bir kardiyomiyopatinin temel neden olabileceğini düşündürmektedir. Diyabet öteki risk faktörlerinden bağımsız olarak kalp hastalıklarına yakalanma riskini artıran ve büyük kitleleri etkileyen bir hastalık olduğu halde, komplikasyonların mekanizmaları ya da en uygun tedavi stratejisi hakkında bir görüşbirliği ne yazık ki hala sağlanamamıştır. Bunun en önemli nedenlerinin, diyabette görülen komplikasyonların başka hastalıklara da eşlik etmesi olduğu kadar, ortaya çıkan bozukluklar ve diyabet arasında neden-sonuç ilişkisi kurmanın zorluğu olduğu düşünülmektedir. Yapılan araştırmalardan bazıları, bu neden-sonuç ilişkisini kurmaya yönelik olarak, yapısal, fonksiyonel ya da metabolik bozukların ortaya çıkış zamanlarını değerlendirme yoluna gitmektedir