Batı'da eğitim araştırmalarının başarısızlığından okul yönetimi alanındaki araştırmaların sorumlu olduğu tartışılabilir. Bu iddia başarısızlık ve sorumluluk yönüyle ciddi bir iddia olarak gözükmektedir. Fakat bu iddia çok basit bir gerçeğe dayanmaktadır. Okul yönetimi alanı eğitim sistemleri için tasarımlar oluşturmuş ve Batı bu tasarımları okul yöneticilerinin ve okul yönetimi araştırmacılarının işbirliği ile ortaya konulan modelleri dünya çapında ihraç etmiştir. İhraç edilen şeyin önemli bir öğesi okullara ilişkin düşünme biçimidir. Bu bağlamda sorumluluk ve dolayısıyla başarısızlık çok açık. Bu nedenle, dominant Batı'lı eğitim araştırmalarının yanında başka biçimlerin ve amaçların oluşturulması gerekmektedir ve Batı'lı olmayan eğitim araştırmacıları bu işi yapmak için iyi bir konuma sahiptir. Raymond Callahan (1962) gibi eleştirel gözlemcilere göre, işletme ilkelerine dayalı okul yönetimi araştırmalarının alana zayıf bir katkı sağlamış olması hiç de şaşırtıcı değildir. İşletme gibi yönetilen ve işletilen okullar mantıksal olarak kamusal amaçları gerçekleştirmeye değil özel işletmelerin amaçlarını gerçekleştirmeye göre kendilerini konumlandırmaktadır. Callahan “Eğitim ve Verimlilik Tabusu” adlı klasik tarih eserini yazdığında, okullaşmanın özelleştirilmesi ve küreselleştirilmesinin maskesini indirmeyi ümit etmiş olabilir. Küreselleşme ve özelleştirme birbirinden farklı şeyler değil ve küreselleşme, kamu okullaşma alanı dahil olmak üzere, mümkün olduğunca daha çok alanının uluslar arası şirketler tarafından özelleştirilmesi anlamına gelmektedir (Spring, 1998). Geniş bir coğrafyada tek bir dilin konuşulduğu ve tek kültürel bakış açısının oluşturulduğu “ulus devlet” idealinin doğuşuyla birlikte (1790'lı yıllar), eğitimin aristokratlar için olmaktan çıkarılıp sıradan insanların yurttaş olarak yetiştirilmesine yöneliş başlamıştır. Ancak, çoğu yerde bu idealin gerçekleşemediği ve bu idealin uluslar arası ticaret rejimleri, politikalar, koloni dönemi ve koloni dönemi sonrası savaşlar, ve nihayet küreselleşme aracılığıyla küçük coğrafi alanlarda ve yüzlerce dilin ve kültürün olduğu yerlerde uygulanması ile Batı'nın kendi yarattığı idealin taklitlerini uyguladığı görülmektedir. Bu uygulama her zaman işletmecilik ve ticaret adına yapılmış ve Singapur gibi bir şehir devleti dahi uluslar arası çalışmalarda bir ulus devlet olarak adlandırılmıştır. Oysa, ulus devlet ideali ile birlikte, ulus devletin aristokrat sınıf dışında kalan “sıradan yurttaşların” kendi kendini yönetebilme kapasitesi üzerine kurulması ve bunu sağlayacak aracın da okullarda verilecek uygun bir eğitim olacağı öngörülmüştü. Ancak, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllardaki uygulamalar, okulların giderek “sıradan yurttaşı” dikkate bile almayan ve sadece rejimin amaçlarını göz önünde bulunduran özelliklere uygun olarak kurulduğunu göstermektedir. Okullara yönelik bu eleştiri yapılmakla birlikte, bu eleştirilerde “sıradan yurttaşların” amaçlarını da göz önünde bulunduran, öğrencilerin kendilerini de düşünmelerini sağlayan pek çok okulun da varlığını kabul etmektedir. Diğer taraftan, bu iyi okulların büyük bir kısmının elitlere hizmet ettiği de bir gerçektir. Bu durumda şüphesiz ki, devleti halk yönetmemektedir ve bu özellikle de yüksek sesle kendini evrenin demokratik modeli olarak gösteren Amerikan devleti için geçerli bir durumdur. Dünya bu aşırı milliyetçi tutuma aldanmamakla birlikte, küreselleşme hegemonyası altında genel olarak Batı'da bu yönde bir tutum görülmektedir. Bu ortamda en rahatsız edici gerçek, ortaya çıkan küresel rejimler üzerinde halkın kontrolünün son derece az olmasıdır. Hatta küreselleşmeyi eleştirenlerin çoğunluğu devletin varlığını meşrulaştıran bireysel aktörlerin, yani yurttaşın artık sonunun geldiğini öne sürmektedir. Yeni dünya düzeninin yurttaşları bireysel aktörler olarak “sıradan insanlar” değil, çok uluslu şirketlerdir (Bauman, 1997; Sassen, 1996). Bu yeni yurttaşların da “ulus devlet”e ihtiyaçları yoktur. Bu şirketlerin rekabet eden bireysel yurttaşlara tolerans göstermesi dahi söz konusu olamaz. Çok uluslu şirketlerin işyerinde zeki ve sadık çalışanlara, evde ise işletmelerin ayrıcalıklarına karışmayan ve kesinlikle yerel, ulusal ve küresel politikaları, ekonomileri, etikleri ve estetikleri eleştirmeyen açgözlü ve tembel müşterilere ihtiyacı var. Yeni dünya yurttaşları (çok uluslu şirketler) istediklerini elde etmekte ve şüphesiz ki Batı'da ve Batı'dan bu mantığın ihraç edildiği dünyada okullar onların istediklerini elde etmelerine yardımcı olmaktadır. Adams, Mills, Callahan, Bauman, and Sassen (ve diğerleri) okuyucularına ne olup bittiğini göstermeye çalışmaktadır. Onların çalışmaları küreselleşmeyi doğru bir perspektif içine yerleştirmeye yardımcı olmaktadır. Küresel rejimin hayal ettiği okullaşmada, cömertlik, düşünme ve dayanışma yerine hırs, teknik problem çözme ve rekabetçi bireyselliği ön plana çıkarmaktadır. Okuyucuların bu iddiaların doğruluğundan şüphesi varsa, devletin çeşitli eğitim kurumlarının web sitelerine bakarak bunların doğruluğunu görmeleri mümkündür. Elbette arada bir kamu yararı ve toplumdan söz edilmektedir. Fakat uygulama da kamu ve toplum adına fazla bir şey olduğu da söylenemez. Batı'da Eğitim Araştırmaları Eğitim araştırmaları genellikle çok fazla değer verilmeyen araştırmalar olarak görülmektedir. Araştırmacılar çoğu zaman bu saygınlığı artırmak için Batı akademik dünyasında işlerin yürüyüş biçimine uygun davranmayı tercih etmektedir. Bu saygınlığın göstergelerinden en önemlisi araştırma için sağlanan kaynağın miktarıdır. Bu nedenle, küresel rejim ne araştırılacağı ve nasıl araştırılacağını da yönlendirerek araştırma fonları sağlamaktadır. Dışarıdan araştırma fonları ve burslar sağlanması üniversitelerin özelleştirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Böylece araştırmacıların küresel rejim tarafından önemli görülen konulara odaklanması sağlanmaktadır. Bu fonlarla desteklenen araştırmalarda araştırmacılar çok nadiren sisteme yönelik bir eleştiri getirebilir. Bu fonlar araştırmanın niteliğini yükseltmekten çok saygınlığını artırmak için kullanılmaktadır. Oysa, çok daha az kaynakla ve hatta bu kaynaklar hiç olmadan da çok iyi araştırmalar yapılabilir. Amerika Birleşik Devletlerinde, eğitim araştırmalarında random kontrollü deneysel çalışmaların gerçek bilgiye ulaşmanın tek doğru yolu olarak görülmesi doğru bir yaklaşım olamaz ve olsa olsa bir bilimsel miyopluk örneğidir. Bu deneysel çalışmalar gerekli olabilir, ama bir deneysel çalışma ancak bütünle birlikte değerlendirildiğinde bir anlam ifade eder. Bir eğitim fakültesinde öğretim üyesi olmak her yerde ayrıcalıktır. Ancak, bu ayrıcalığı kullanmak çoğu zaman yeni yurttaşların istediği çalışmaları gerçekleştirmeye bağlıdır. Oysa, öğretim üyelerinin bunun tam tersine özelleştirme ve küreselleşme rejimine eleştiren ve kamunun yararını ve halkın çıkarlarını gözeten çalışmalar yapmaları gerekir. Yeni dünya yurttaşları Batı'nın okullaşma modellerinin bütün dünyada uyarlanmasından ve okulların teknokratik araştırmaların sonuçlarına göre yönetilmesinden memnuniyet duymaktadır. Eleştirmeyen eğitim araştırmaları steril araştırmalar olarak görülmektedir. Bu nedenle, elitler araştırmaların daha az eleştirel olmasına ihtiyaç duymaktadır. Küreselleşme yerel düzeyde makul bir yaşam tanımamaktadır. “Dünya standartların” ifadesi karşımıza o kadar sıklıkla çıkmaktadır ki, dünyadaki her okul ve eğitim sisteminin Batı'da örneklendiği düşünülen en iyi ve en mükemmele ulaşması gerektiği düşünülmektedir. Oysa, yerel gerçeklikleri ve yerel yaşamın geliştirilmesini bir tarafa bırakarak “dünyanın en iyisi”inin peşinde koşmak hiç de sağlıklı bir yaklaşım değildir. Çünkü insanlar farklı yerlerde ve koşullarda yaşamaktadır ve bu koşullar çoğu zaman başka yerlerle ve koşullarla uyumlu değildir. Bu nedenle, eğitimin ve eğitim araştırmalarının yerel ve ulusal koşullara uygun bir biçimde gerçekleştirilmesi gerekir. Alternatifler Eğer Batı'lı eğitim modelleri ve araştırmaları kendilerinin iddia ettikleri gibi kamunun ve “sıradan insanların” yararını gözetmiyorsa, eğitim araştırmaları için alternatifler nelerdir? Yüzyıllar boyunca kolonileşme ve emperyalizm Batı'lı modelleri o kadar yaygınlaştırmıştır ki, bu sorunun tekrar tekrar sorulması gerekir. Piyasa ile okul arasındaki talihsiz denge konusunda önereceğimiz alternatifler şunlardır: (1) Okullaşmaya gücü elinde tutan elitler ve okul çalışanları açısından değil, sokaktaki insanların bakış açısından yaklaşmak; (2) Araştırma sonuçları üzerinde düşünüp tartışırken eğitimin asli amacını tanımlamada başka eylem ve yazarlardan yararlanma; (3) Araştırmalarda yerel yöntemler geliştirmek ve Batılı yöntemleri sorunsal hale getirmek; (4) Okul hakkında düşünürken, dikkati eğitimin asli görevine yoğunlaştırmaktır. Eğitim araştırmaları şüphe ve objektiflik üzerine kurgulanmamaktadır. Eğitim araştırmaları araştırma olarak değil uygulama olarak görülmektedir ki, çoğu zaman bu uygulama bir araştırma tabanından yoksundur. Araştırmanın mutlaka bir uygulamayı desteklemesi gibi acemice bir yaklaşım sergilenmektedir. Örneğin, doktora öğrencileri “matematik başarısını nasıl artırabiliriz?” gibi sorular sormaktadır. Bu araştırma değil, eylemdir ve bu tür sorular hem araştırmanın hem de eylemin yozlaşmasına neden olmaktadır. Bu makale, Batı'lı eğitim araştırmalarının, -kitle eğitimi amaçlarını geliştirme konusundaki araştırma,- sonuçlarını eğitim sistemleriyle bütünleştirme ve paylaşmada büyük ölçüde yetersiz kaldığını göstermiştir. Böylece, diğer kültürler de Batı'lı araştırmalardan yola çıkarak firmalar aracılığıyla kendi yerel kültürlerini firma amaçlarına hizmet etme yolunda dönüştürmeye çalışmaktadır. Okul hakkındaki bu yanlış düşünceler sorgulanmaksızın piyasada da rağbet görmekte, küreselleşme aracılığıyla diğer milletlerin de sosyal yapısını bozmaktadır.
The thesis of this article is that Western education research has widely failed to shape educational systems that cultivate public purpose in mass education and that, hence, other cultures that import this project play into the hands of transnational corporations ready to update those cultures to serve their purposes. This poor trade in the marketplace of bad ideas is already being made and it seems an unwise choice everywhere, but particularly among nations that confront most stringently the depredations of globalization. I warrant the thesis (1) with evidence of the shift of recent decades in Western educational aims from public to private purposes and (2) by describing the consequent accommodations made by Western education research, with particular attention to the role played by research in school administration. Two warnings and four alternatives seem especially apt. These are the warnings: (1) because power elites find critique inconvenient, they seek to undermine or hobble the critical mission of education research; (2) because globalization suppresses local conceptions of a decent life, the aims of imports from Western schooling should be greeted with doubt—and doubt is the home of critique in research. I suggest these alternatives to the unfortunate balance of global trade in bad ideas about schooling: (1) looking at schooling from the perspectives of ordinary people, not from that of the power elites or the school profession; (2) thinking about what distinguishes research that honors a critical mission from other sorts of writing and other sorts of action; (3) regarding the deployment of methods critically studying locally a trendy Western only by first problematizing it; (4) when thinking about schooling, keeping education much more clearly in view.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | August 1, 2006 |
Published in Issue | Year 2006 Volume: 47 Issue: 47 |