Bu makale, sabit bölgesel alanlar olarak geleneksel sınır kavramının geçerliliğini sorgulamaktadır. 2011 yılında Suriye’den Lübnan’a kaçan ve hâlâ Lübnan’da tabiiyetsiz şekilde yaşayan sekiz Filistinli mültecinin anlatılarını, bir yöntem ve eleştiri olarak sözlü tarih vasıtasıyla inceledim. Sözlü tarih, geçmiş ve güncel olayların anlatılarına erişim imkânı sağlayan metodolojik bir güce sahiptir. Bu anlatıların bir kısmı, 1948 yılında halkın Filistin’den toplu şekilde tahliye edildiği Nakba/Nekbe felaket [günü] olayını mevcut Suriye kriziyle ilişkilendirmektedir. Bu güncel Suriye krizi de Suriye’den gelen Filistinliler tarafından yeni ve süregelen Nakba/Nekbe şeklinden algılanmaktadır. Bu anlatıların sahipleri sınır geçmeyi sıklıkla kendi gerçekliklerinin nüfuz eden bir parça olarak tecrübe ederler. Bu gerçeklik ayrıca sınırların tabiiyetsiz insanların hayatları üzerinde empoze ettiği tehditlerin bir sonucu olan “sosyal ölüm” şeklinde tanımlanabilir. Bu hikâyelerin bir sınırlar dünyasına cevap sunarken ulus devlet kaynaklı sabit alanlar olarak sınırlar düzenine meydan okuduğunu iddia etmekteyim. Öz düşünümsellik, bölüşülmüş otorite ve ilişki sürdürme stratejilerini kullanarak bir Avrupa ülkesi pasaportu bulundurma ayrıcalığı gibi bir ayrıcalığa sahip olmanın, coğrafi bölgeler arasında belgeyle geçiş yapma tecrübesine sahip olmanın bir denetimler dünyasına cevap yolu olmasını tartışmaya açıyorum.
This article questions the validity of conventional notions of borders as fixed territorial areas. Through oral history as a method and critique, I examine the narratives of eight persons who are Palestinian stateless refugees from Syrian who have escaped to neighboring Lebanon since 2011. Oral history has a methodological strength that allows access to narratives of past and present events, some of which link the mass eviction of people from Palestine in 1948 – known as Al-Nakba the Catastrophe , to the currentday Syrian crisis, which is perceived by Palestinians from Syria as a new and ongoing Nakba al Nakba al mustamirrah in Arabic . The narrators of this often experience border crossing as a pervasive part of their reality one that can be described as “social death,” a result of the limitations imposed by borders on the lives of stateless people. I argue that the accounts presented speak back to a world of borders whilst challenging the nation-state driven order of borders as fixed spaces. Through strategies of self-reflexivity, shared authority and maintaining relations, I open a discussion of how to use privilege, for example the privilege of possessing a European passport, and having the recourses to document experiences across geographical areas, as a way of speaking back to a world of checkpoints whilst advocating a process of research decolonization.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Publication Date | June 1, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Volume: 2 Issue: 1 |