Her metropol bir nekropol olarak incelenmelidir. Bir başka deyişle, kalıcı yerleşim yerlerinde bir arada yaşamak insanın ölülerle başa çıkması anlamına gelir. Şehir tarihine, canlılar/ölüler arasında bitmeyen bir mekânsal dengeleme süreci olarak bakılabilir. Şehir yaşamı, hem ölülere karşı kurumsallaştırılmış bir saygı ve tanımayı, hem de ölülerin unutulmasını gerektirir. Çünkü ölülere karşı aşırı saygı, şehir hayatına devam edilmesine engel oluşturur. Bu nedenle, kaçınılmaz olarak ölülerini hatırlatma görevi ile unutturma gerekliliği arasında sıkıştırılmıştır her zaman metropoller. Bu yazıda, İstanbul mezarlıklarına dair saha deneyimlerimizi toparlayıp, Fransız tarihçi Fustel de Coulanges’ın 1864 yılında yayımlanan Antik Site adlı temel eserinin izinde daha genelleştirici bir yönde hareket etmeye çalışıyoruz
As a matter of fact, each metropolis must be analyzed as a necropolis at the same time. In other words, dealing with permanent settlements means inevitably coping with death and consequently urban life requires both respecting and forgetting the dead people who have passed away before us. Because excessive respect to our resting ancestors could constitute an obstacle to the necessary fluency of urban life, balancing between the task of reminding and the vital necessity of putting a distance vis-à-vis our dead. In this paper, we want to combine our field experience related to today's Istanbul cemeteries with a more generalizing approach in the footsteps of La Cité Antique, the founding work of the French historian Fustel de Coulanges published in 1864
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Publication Date | April 1, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Issue: 15 |