Yerel demokrasi kavramı ile bağlantılı kavramlardan biri olan ve literatürde kimi zaman yerel demokrasi ile eşdeğer anlamda kullanılan “yerel özerklik” kavramı, en genel anlamıyla; bir yerel topluluğun, yerel nitelikteki işleri, kendi başına, kendi organları eliyle görebilmesi ve buna olanak verecek kaynaklara sahip olabilmesidir (Keleş, 2000: 49). Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın üçüncü maddesi, “özerk yerel yönetim” kavramını, “yasalar çerçevesinde kamu hizmetlerinin önemli bir bölümünü yurttaşlarının yararı doğrultusunda ve kendi sorumluluğunda yerine getiren, hukuki ve yönetsel yeteneklere sahip yerel tüzel kişilik” olarak tanımlamaktadır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise bu hakkın, üyeleri serbest, gizli, eşit, doğrudan ve genel seçimle oluşturulan konseyler ya da meclisler tarafından kullanılacağı ifade edilmektedir (Mengi, 1998: 70).
Günümüzde küresel politik süreçlerde sıklıkla dile getirilen yerel yönetimlere daha fazla özerklik talebi, liberal anlayış tarafından yerel yönetimlerin merkezi yönetimin müdahalesinden uzak/özerk olması ile sınırlandırılmakta ve yerel hizmetlerin özelleştirilmesi, merkezi ve yerel parçalarıyla bir bütün oluşturan kamu rejiminin dağıtılarak küresel sermayenin etkinliğinin artırılması ve neo-liberal politikaların rahatlıkla uygulanabilmesi gibi hedefleri içermektedir. Bu türden bir yerelciliğin yerel özerklik talebi, geniş halk kesimlerinin temsilini önemsemeyen bir içeriğe sahip olmakla birlikte, demokrasinin egemenlerin çıkarlarına hizmet etmesini sağlamak, bütünüyle taşeronlaştırılmış, küresel sermayenin eline teslim edilmiş, neo-liberal politikalarla istenen her şeyin yapıldığı ve Marx’a atıfla; “gölgesini satamadığı ağacı dahi kesen kapitalizmin” insafına terkedilmiş bir yerel yaratmak amacındadır. Özellikle de içinde bulunduğumuz süreçte küreselleşmeci yerelleşme anlayışı egemen kılınmaya çalışılırken, merkezden uzaklaşmak çoğu zaman küresel kapitalizmin çarklarına teslim olmak ve küresel şirketlerin hüküm sürdüğü rekabetçi bir yerelcilik anlayışına eklemlenmek anlamına gelmektedir. Fakat bu durum yerel yönetimlerin birer özyönetim birimi olarak varlık göstermelerinin ve yerel halkın gereksinimleri doğrultusunda kararlar alabilmelerinin önüne geçmemelidir. Sıkı merkeziyetçi anlayış da bir nevi liberal anlayış gibi yerel yönetimlerin halk katılımına dayanan özyönetim birimleri olabilmelerinin önünde önemli bir engeldir.
İnsanlık tarihi boyunca tüm toplumlar kendi gereksinimleri temelinde örgütlenmiştir. Bugün gelinen noktada yerel yönetimlerin demokrasinin tabana yayılmasında ve toplumsal gelişmenin eşgüdümsel olarak gerçekleşebilmesi hususunda taşıdıkları önem açıktır. Bu sebeple, günümüz koşullarında artık çoğu noktada tıkanıklığa neden olan ve halkın karar alma süreçlerine katılımını çok büyük oranda sınırlayan katı merkeziyetçi yapılardan uzaklaşarak yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ve katı, hantal, bürokratik bir anlayış yerine üretken, gerçek anlamda eşitlikçi halk katılımına dayanan bir anlayışın hâkim kılınması, küreselleşmenin ve neo-liberalizmin yıkıcı etkilerine karşı bir alternatif oluşturabilecektir.
Öte yandan, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ve güçlendirilmesi özellikle Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan Kürt sorununun çözümüne de önemli ölçüde katkı sunabilecek bir potansiyel taşımaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca yerel yönetimler, özellikle de belediyeler, yerel demokrasinin sağlanmasından ziyade, yerel hizmetlerin etkin, verimli ve daha az maliyetle sağlanmasının aracı olarak görülmüştür. Ancak bu yaklaşım yerine, Fransa’nın 1951’den itibaren yaptığı gibi, ulus-devletin katı merkeziyetçi sistemini gevşeterek yerel yönetimlere anlamlı oranda yetki devri yapmak yoluyla hem ülke içinde eşitlikçi bir bütünleşme sağlanabilecek, hem bölgeler arası sosyo-ekonomik dengesizlikler aşılabilecek, hem de farklı yerelliklerin kendi farklılıklarını korumalarına olanak tanıyacak çoğulculuk sağlanabilecektir. Bu yolla halkın yönetimde yer alma olanaklarının geliştirilmesini sağlayacak mekanizmaların kurulması, yerel yönetimlerin toplumun bütün sorunları ile ilişkilendirilmesi, sosyal, ekonomik, tarihsel ve kültürel varlığın korunması ve geliştirilmesinde yerel yönetimlerin bir özne olarak değerlendirilmesi mümkün hale getirilebilecektir. Bu anlayışa ek olarak ise, söz konusu yerelliklerin hem gelişmişlik oranlarına göre denge sağlayıcı bir biçimde merkezi bütçe tarafından desteklenmesi, hem de kendi ekonomik kalkınmalarını sağlayabilmelerine imkân tanıyan olanakların (kooperatifleşme gibi) verilmesi, yani bir nevi ortaklaşma ve ürettiğini tüketebilme, kendine yetebilme imkânı tanınması, neo-liberal sistemin halk için değil sermaye için esas aldığı “küreselleşmeci yerelleşme” anlayışının alternatifi olabilecektir. Bu esaslara dayanan bir “yerel özerklik” anlayışı ile liberal yaklaşım tarafından savunulan yerel yönetimlerin merkezi yönetimin müdahalesinden uzak olması ile sınırlandırılmış olan “yerel özerklik” anlayışı arasındaki fark ise ortadadır.
Journal Section | Articles / Articles |
---|---|
Authors | |
Publication Date | April 15, 2016 |
Published in Issue | Year 2016 Volume: 40 Issue: 1 |