Öz: Canlılar içerisinde insanlarda yaşam, barış sayesinde ortaya çıkabilmekte ve bu sayede hayatta kalma imkanı doğmaktadır. Disiplinler açısından iletmek gerekirse barış, insanoğlunun varoluşundan itibaren meşgul olunması gereken zorunlu bir olgu olarak görünmektedir. Çünkü temel ihtiyaçlar içerisinde öncelikler belirlendiğinde en önlerde barış ihtiyacı gelir. Fakat buna rağmen, eksikliği hem bilimsel bir uğraş olarak hem de fiiliyatta tarih boyunca daima hissedilmekte; insanlık, en temel ihtiyacından mahrum bırakılmaktadır. Varlığı ile huzur ve sükuneti getireceği şüphe götürmez olduğu halde barış, asırlardır savaşın gölgesinde kalmış görünmektedir. Tarih, “savaşların tarihi” olarak kayıtlara geçirilmektedir. Geçmiş, savaşlar aracılığıyla öğrenilmekte, şiddetli çatışmalar bilinçaltında kabullenilip içselleştirilerek yeni nesillere öğretilmektedir.
Barıştan ziyade savaşın öncelenmesi, sadece savaşın durdurulmasına yönelik çabaların sergilenmesi, aktörün bu bağlamda devlet olarak tanınması iki büyük dünya savaşına kadar büyük çaplı organize şiddetin açığa çıkmasını erteleyebildi. Barışçıl olmanın kenarda tutularak realpolitik gereği savaşın bahse konu olması, “yeri geldiğinde” engellenmeye çalışılması, güçler dengesinden “barış” olarak bahsedilmesi şiddetin sadece şeklini değiştirmiş görünmekteydi.
Bu makale içerisinde barış kavramı ve kapsamı sorgulanmış, felsefi düzeyde anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Barışın özgün şekilde merkeze konumlandırılmasına yönelik bir çaba sayılabilecek bu çalışmada barış mücadelesinin teorik ve tarihsel serüvenine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Çalışma içerisinde, geçmişten bugüne söz konusu düşünsel birikimin köşe taşları ortaya konulmaya çalışılmış, bu doğrultuda öne çıkan düşünürler üzerinden eleştirel çıkarımlar yapılmıştır.
Abstract: The life in humans among the livings can come into being through peace, and thus enabling us to survive. In respect of disciplines, peace has been regarded as a compulsory case to be engaged with since the emergence of the human being. Because the priorities are determined among the basic necessities, the peace requirement takes the first place. However, despite this, its absence has been felt throughout the history not only as a scientific endeavor but also in practice, and humanity has been deprived of the most basic necessity. Although its presence undoubtly brings peace and tranquility, peace seems to have been overshadowed by the war for ages. History is to be recorded as the “history of the wars”. The past is learnt through the wars, the violent conflicts are accepted and internalized subcosciously and taught to the new generations.
Rather than peace, putting the war to the front, displaying the efforts only to prevent the war, recognizing the actor to be a state in this context could delay emergence of a big-scaled organized violence until the two great world wars. Keeping peacefullness aside, as a matter of realpolitics, bringing the war to the front, trying to prevent it “when needed”, citing it as peace in terms of “power balance” seemed to change the form of the violence.
In this artcile, the scope and concept of peace have been questioned, and tried to make sense of it in a philosophical level. In this study which can considered as an effort to locate the peace in the center in a unique way, it has been tried to shed a light on the theoretical and historical adventure of peace struggle. In the study, it has been tried to reveal the cornerstones of the so-called intellectual accumulation from past to present, and by this way, critical inferences have been made through the leading intellects.
Öz: Canlılar içerisinde insanlarda yaşam, barış sayesinde ortaya çıkabilmekte ve bu sayede hayatta kalma imkanı doğmaktadır. Disiplinler açısından iletmek gerekirse barış, insanoğlunun varoluşundan itibaren meşgul olunması gereken zorunlu bir olgu olarak görünmektedir. Çünkü temel ihtiyaçlar içerisinde öncelikler belirlendiğinde en önlerde barış ihtiyacı gelir. Fakat buna rağmen, eksikliği hem bilimsel bir uğraş olarak hem de fiiliyatta tarih boyunca daima hissedilmekte; insanlık, en temel ihtiyacından mahrum bırakılmaktadır. Varlığı ile huzur ve sükuneti getireceği şüphe götürmez olduğu halde barış, asırlardır savaşın gölgesinde kalmış görünmektedir. Tarih, “savaşların tarihi” olarak kayıtlara geçirilmektedir. Geçmiş, savaşlar aracılığıyla öğrenilmekte, şiddetli çatışmalar bilinçaltında kabullenilip içselleştirilerek yeni nesillere öğretilmektedir.
Barıştan ziyade savaşın öncelenmesi, sadece savaşın durdurulmasına yönelik çabaların sergilenmesi, aktörün bu bağlamda devlet olarak tanınması iki büyük dünya savaşına kadar büyük çaplı organize şiddetin açığa çıkmasını erteleyebildi. Barışçıl olmanın kenarda tutularak realpolitik gereği savaşın bahse konu olması, “yeri geldiğinde” engellenmeye çalışılması, güçler dengesinden “barış” olarak bahsedilmesi şiddetin sadece şeklini değiştirmiş görünmekteydi.
Bu makale içerisinde barış kavramı ve kapsamı sorgulanmış, felsefi düzeyde anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Barışın özgün şekilde merkeze konumlandırılmasına yönelik bir çaba sayılabilecek bu çalışmada barış mücadelesinin teorik ve tarihsel serüvenine ışık tutulmaya çalışılmıştır. Çalışma içerisinde, geçmişten bugüne söz konusu düşünsel birikimin köşe taşları ortaya konulmaya çalışılmış, bu doğrultuda öne çıkan düşünürler üzerinden eleştirel çıkarımlar yapılmıştır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Peace Studies |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Early Pub Date | July 9, 2025 |
Publication Date | July 9, 2025 |
Submission Date | September 18, 2024 |
Acceptance Date | April 16, 2025 |
Published in Issue | Year 2024 Volume: 16 Issue: 2 |
This work is licensed under a Creative Commons Attribution 4.0 International License.
LOCKSS system is used as an archiving system for the preservation and restoration of data in this journal.