İlk defa Türkistan’ın batı
kesimlerinde Atlı Göçebe Bozkır Kültürü dediğimiz bir kültürün temsilcisi
olarak milattan önce üçbininci yıllarda tarih sahnesinde görünen Türkler,
çeşitli kültür aşamalarından geçtikten soma bilhassa Asya kıtasının orta ve batı
kesimlerinde cihanşümul devletler kurmuş bir millettir. Bunun yanında Türk
nüfuzu; bugünkü Karadeniz’in kuzeyindeki ovalar, Macaristan, Balkanlar,
Anadolu, Azerbaycan, İran, Afganistan ve Çin Seddi önlerinde de tarihin en eski
zamanlarından günümüze kadar etkili olmuştur.
Bazı ilim adamları çok eski
zamanlarda Türklerin İran yaylası üzerinden Mezopotamya'ya inmiş olmalarını
mümkün görmektedirler. Ancak, bu görüşe temel olan ve ilk medeni kavim sayılan
Sümerlerin menşei meselesi halen çözülebilmiş değildir. Bu hususta görüş ileri
süren ilim adamlarının düşünceleri de henüz yeterli derecede tarihi materyalin
desteğinden mahrum bulunmaktadır. Bunun yanında gerek Hakkâri Trişin
yaylalarında ele geçen ve tamamen zoomorfik üslupla meydana getirilmiş kaya resimleri,
gerekse Kağızman Yazılıkaya’da bulunan yine aynı formda stilize edilmiş
figürler ve nihayet Hınıs-Tekman güzergâhı üzerindeki Cundi Mağaralarında bu
güne kadar ulaşan verilerle son zamanlarda ülkemizin değişik yörelerinde,
bilhassa Ankara’nın bazı ilçelerinde tespit edilen kaya resimleri büyük oranda
Türklere mal edilebilirse de daha bu hususlarda pek çok çalışmanın yapılması
gerektiği de bir gerçektir. O
sebeple, Anadolu'da Türk nüfuzunu, yani Türk varlığını, son araştırmaların
ortaya koyduğu şekilde M.Ö. I. binden itibaren, bir başka değişle gönümüzden
üçbin yıl önce başlatmak zorunda kalmaktayız.
M.Ö. VII. yy.da Asur tabletlerinde
adı Gok veya Gogu (bugünkü Gök) şeklinde kaydedilen birisinin önderliğinde
Kimmerleri takiben Kafkasların güneyine inen Sakalar, bugünkü Azerbaycan'ın
kuzey bölgelerine, Gence civarına yerleşerek burayı anavatan haline getiren ve
Türk varlığını Anadolu'ya yayan ilk grup olarak görülmektedir. Bu gelişmeler
destani çağda Oğuz'un bölgeyi fethiyle de birebir örtüşmektedir. Nitekim görek
Goklar gerekse Oğuz Doğu Anadolu, Batı İran ve bugünkü Suriye ile Filistin’i
zapt eder ama bölgede uzun ömürlü bir siyasî teşekkül meydana getiremezler. Bu
olaydan yaklaşık bin yıl sonra, 359 yılında bir Akhun birliği II. Şapur’un
(309-379) Diyarbakır kuşatmasına iştirak eder. Bunların Soğdiana’ya, esas
yurtlarına geri döndüklerine dair herhangi bir kayıt bulunmazken yörede,
özellikle orta Fırat havzası boyunca iskan edilmiş olabilecekleri yönünde
bilgiler mevcuttur. Yine, 395 yılında Kafkaslar üzerinden güneye sarkan Batı
Hunlarından bir grup Karasu-Fırat vadisini takiben Malatya üzerinden Urfa ve
Antakya’yı vurup hızla Sur ve Kudüs önlerine ulaşarak bölgeyi yağmaladıktan
sonra Azerbaycan yoluyla Karadeniz’in kuzeyindeki yurduna dönerken, daha
sonraki yıllarda Hazarlara bağlı Bulgarlardan bir kesimi oluşturan Borçalıların
Diyarbakır yöresini yurt tuttukları görülmektedir.
Daha
M.Ö.III. yüzyılın ikinci yarısında Kafkasların güneyine geçerek Kür-Aras
boylarına yayılan bu grupların Doğu Anadolu bölgesinde etkili olmaya başlaması
herhalde Sasanî-Bizans mücadelesinin iyice şiddetlendiği bir dönemde,
Herakleios (610-641) zamanında, yani VII. yüzyılın ilk yarısında mümkün
olmuştur. Nitekim, Fırat boyunca ilerleyen bir Arap ordusu 651’de, Erzincan’da Hazarlar
tarafından durdurulacaktır. Bütün bunlara rağmen Türklerin Doğu Anadolu’da
etkili bir şekilde yerleşmesi bölgede önce İslâm-Arap, sonra da Selçuklu
hakimiyetinin tesisinden sonra gerçekleşmiştir.
Türkler tarafından fethedilip bir
Türk yurdu, yani Türkiye haline getirilinceye kadar Anadolu muhtelif kavimlerce
iskân edilmiş ancak bunlardan hiçbirisi özgün kimliğini koruyup geliştirerek bu
coğrafyada devamlı bir hâkimiyet tesis edememiştir. Ona rağmen günümüzde bazı
zümreler bin yıldır Türklere yurt olmuş Anadolu’yu ve üzerinde yaşayanları
kendi tabirleriyle “bir mozaik” olarak nitelemeye cüret etmektedir.
Hâlihazırda, eldeki kaynaklar dikkate alınmadan ileri sürülen bu görüşlerin
hiçbir ilmi esasa dayanmadığı, daha doğrusu dayandırılamadığı da bir gerçektir.
O sebeple son zamanlarda giderek artan bir ısrarla sürekli vurgulansa da bu
türden yorumlara itibar etmek mümkün değildir. Hal böyle iken halen Türkler
Anadolu kapılarına dayandığında bu ülkede, özellikle bu günkü Doğu ve Güneydoğu
Anadolu bölgesinde yoğun bir Kürt varlığının bulunduğu, dolayısıyla Türklerin
bu bölgelere “gasıp” olarak girdiği yönünde görüşler ileri sürülmektedir. Dolayısıyla
bu iddianın ilmi bir çalışma çerçevesinde ele alınıp incelenmesi ve gerçek ne
ise onun ortaya konulması zarureti ortaya çıkmıştır. Hali hazırda sunulan bu birinci kısımla bazı gerçeklerin ortaya
konulduğu düşünülmektedir ki, makalenin tamamı bitirildiğinde her şeyin gün
yüzüne çıkacağı düşünülmektedir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 19, 2018 |
Submission Date | October 11, 2018 |
Published in Issue | Year 2018 Issue: 3 |