Osmanlı Dönemi'nde arkeolojiye ve arkeolojik alanlara ilgi, 19. yüzyılda Troya, Efes, Bergama gibi önemli ören yerlerinin bulunmasıyla başlamıştır. Bu dönemde arkeolojik mirasın korunmasına yönelik yasal boşluk bulunduğundan, kazılarda bulunan eserler Avrupa'daki müzelere ya da özel koleksiyonlara taşınmıştır. 19. yüzyılın sonunda İstanbul'da arkeoloji müzesi kurulmuş ve mevcut yasa, kazılarda bulunan eserlerin ülke içinde kalmasını sağlayacak biçimde geliştirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte üniversitelerde arkeoloji eğitimi başlatılmış ve arkeolojik mirasın korunması da korumaya yönelik eğitim programlarında geliştirilmiştir. Ancak 1973'e kadar arkeolojik alanların çevresiyle birlikte korunmasını sağlayacak koruma ölçütleri tanımlanmamıştır. Bu tarihte kültürel mirasın korunmasına yönelik yasanın kabulüyle, arkeolojik mirasın sınıflandırılması ve korunması için çeşitli ilkeler geliştirilmiştir. 1999'da 'Arkeolojik Mirasın Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi'ni Valetta imzalayan Türkiye halen bu belgenin öngördüğü ilkeleri izlemeye çalışmaktadır.Türkiye'nin zengin arkeolojik mirası, tarihöncesi dönemden Bizans ve Selçuklu dönemlerini de içeren Geç Orta Çağ'a uzanan geniş bir zaman dilimini kapsamaktadır. Kültür varlıklarının sayısı ve çeşitliliği dikkatli belgeleme ve korumayı gerektirmektedir. Arkeolojik alanlar doğal olduğu kadar, beşeri etkenlerin de tehdidi altındadır. Bazı arkeolojik yerleşimler hiç belgelenmeden yok olmaktadır. Kültürel mirasın korunmasına yönelik bilinçlenmeyi arttırmak ve koruma işini ekonomik katkı ve çok disiplinli çalışma ile desteklemek gerekmektedir. Kültür varlıkları envanterinin tamamlanması, alan yönetim planlarının uygulanması, arkeolojik alanların ve onları çevreleyen kültürel peyzajın izlenmesi dikkate alınması gereken önemli konu başlıklarıdır.
In Ottoman Turkey, interest in archaeology and archaeological sites started with the discovery of important sites like Troy, Ephesus and Pergamon in the nineteenth century. Due to lack of legislation related to the protection of archaeological heritage, the finds from the early excavations were transported to European museums or private collections. In late nineteenth century, an archaeological museum was founded in Istanbul and the extant legislation was amended to keep the discovered objects in the country. With the establishment of the Turkish Republic, archaeology was taught in the universities and the capacity to preserve archaeological heritage was developed by conservation programs. Yet, until 1973 it was not possible to designate archaeological sites and define measures for the protection of the surrounding areas. In addition to the law on protection of cultural heritage, several principles were developed to classify and preserve the archaeological heritage. In 1999, Turkey signed the Valetta Convention for the Preservation of European Archaeological Heritage and tries to follow the guidelines set by this document. Turkey's rich archaeological heritage spans from the prehistoric to late medieval period, including Byzantine and Seljuk sites. The number and variety of assets requires careful documentation and protection. Archaeological sites are threatened by natural as well as man made factors. Some sites disappear even without being recorded. It is necessary to raise awareness in the protection of the cultural heritage and support the protection process with financial means and multidisciplinary work. The completion of the cultural heritage inventory, the implementation of site management plans, monitoring of the archaeological sites and the surrounding landscape are important topics to be considered
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Research Article |
Authors | |
Publication Date | September 1, 2010 |
Published in Issue | Year 2010 Issue: 8 |