Hicri 80/699 yılında Küfe’de doğan Ebu Hanife’nin tam adı Numan b. Sabit b. Zûta b. Mâh’tır. Hicrî 150/767 yılında Bağdat’ta vefat eden Ebu Hanife’ye dönemindeki alimler arasında önemli bir konuma sahip olması, yeni bir çığır açması, pek çok alimin onun yolunu benimsemesi gibi sebeplerle “İmam-ı Azam” lakabı verilmiştir. Aynı zamanda ırak halkının “hanîfe” adını verdiği yazı malzemesini sürekli yanında taşıdığından ya da sözlükte haktan ve doğru yoldan ayrılmayan anlamındaki “hanîf” kelimesinin uygunluğundan dolayı kendisine “Ebu Hanife” de denilmiştir. Babasının Fars, annesinin Hint menşeli olduğu ya da kendisinin Türk asıllı olduğu gibi çeşitli milletlere nispeti rivayet edilmektedir. Bu durum babası Sabit’in çeşitli yerlerde bulunduktan sonra Küfe’ye yerleşmesi ya da büyük ve önemli bir alim olan Ebu Hanife’nin değişik milletler tarafından sahip çıkılması şeklinde açıklanabilir. Keskin zekasıyla küçük yaşlarda Kuran-ı Kerim’i ezberleyen İmam-ı Azam, Küfe ve Basra’nın önemli alimlerinden kıraat, Arapça, edebiyat, hadis ve fıkıh gibi çeşitli dersler almış, pek çok öğrenciler yetiştirmiş öncelikle akaid ve cedel ilminde ilerleme kaydederek dönemindeki inkarcı ve bidatçi akımlarla mücadele edebilecek konuma yükselmiştir.
Ebu Hanife itikadi konularda Kuran ve sünnetin belirlediği temel prensipleri esas alarak Hz. Peygamber ve sahabeden intikal eden ve Müslümanların büyük çoğunluğu tarafından da kabul edilen iman esaslarını savunmaya çalışmıştır. Ebu Hanife’nin akaid alanındaki bu görüşleri zamanla Ehl-i sünnet anlayışının şekillenmesinde önemli etkileri olmuştur. İmam-ı Azam’ın itikadi görüşleri günümüze el-Fıkhu'l-ekber, el-Fıkhu’l-ebsat, er-Risale, el-Âlim ve'l-müteallim ve el-Vasıyye adlı beş eseriyle ulaşmıştır. Bunlardan başka muhtelif rivayetlerle kendisine ulaşmış hadislerden oluşan müsnedler ile çeşitli tarih, fıkıh ve menâkib eserlerinde İmam-ı Azam’a ait bilgilere yer verilmektedir. Bu çalışmada Ebu Hanife’nin daha ziyade akaid risaleleri esas alınacaktır.
Bir kısım Mutezile bilginleri ile onları destekleyen bazı müsteşrikler İmam-ı Azam’ın herhangi bir eser kaleme almadığını iddia ederken bazıları da Ebu Hanife’nin önce kelamlailgilenip daha sonra fıkha yönelerek kelam ilmiyle meşgul olunmamasını tavsiye etiğini ileri sürmüşlerdir. Halbuki İmam-ı Azam, eserlerinde dindeki fıkhın ahkâmdaki fıkıhtan daha üstün olduğunu ifade etmektedir. İmam-ı Şafiî (ö. 204/820) insanların kelam ilminde Ebu Hanife’ye muhtaç olduklarını vurgularken Abdülkahir el-Bağdadî (429/1037) O’nu ilk kelamcı ve mezhep kurucusu olarak tanımlamaktadır. Bazılarına göre ise Ebu Hanife’nin kelam ilmiyle meşguliyeti ve ehli bidat fırkalarla mücadelesi fıkıhla ilgilenmesinden sonra da devam etmiştir. Ayrıca İbnü’n-Nedim (ö.385/995), Ebu Yüsr Muhammed el-Pezdevî (ö. 493/1100), Bezzazî (ö. 827/1426) Taşköprüzâde (ö. 968/1561) ve Fuat Sezgin gibi alimler Ebu Hanife’ye ait eserler olduğunu kaydetmişlerdir. Bu rivayetlerde de görüldüğü gibi Ebu Hanife’nin hiçbir eser kaleme almadığı ya da hayatının ilk döneminde kelam ilmiyle meşgul iken daha sonra bundan vazgeçmiş olduğu iddiası hem eserlerinde bu konudan bahseden alimlerin verdiği bilgilere hem de Ebû Hanife’nin kendi risalelerindeki görüşlerine aykırı düşmektedir. Dolayısıyla İmam-ı Azam Ebu Hanife Ehl-i Sünnet itikadının oluşmasında önemli bir yeri olan ve bu alanda üzerinde çalışılması gereken kelam alimlerinden biridir. Bu sebeple O’nun akaid risalelerinde iman esaslarıyla ilgili dağınık ve düzensiz bir şekilde yer alan görüşlerini sistemli bir şekilde ele alarak kelamcılık yönünün daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunmak amacıyla böyle bir çalışma yapılmıştır.
İmam-ı Azam Ebu Hanife iman esaslarından bahsederken öncelikli olarak Cibril hadisi diye meşhur olan rivayeti nakletmektedir. Ebu Hanife’ye Alkame b. Mersed (ö.120/737), Yahya b. Ya’mer’den (ö.115/728) o da Abdullah b. Ömer’den (ö. 73/692) gelen bu rivayette, bir gün Cibril (a.s) dini öğretmek amacıyla Hz. Muhammed’e (sav) gelmiş, O’na iman, İslâm ve ihsanın ne demek olduğunu sormuş, Hz. Peygamber’in verdiği cevapları Cibril (a.s) da doğrulamıştır. Bahsi geçen rivayette Hz. Peygamber imanı: Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere inanmak; İslâm’ı: namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek haccetmek ve cünüplükten temizlenmek; ihsanı da: Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek, olarak açıklamıştır. Ebu Hanife’ye göre bu esasları ikrar etmek İslam’ın tamamını kabul olduğu için bunları söyleyen kişi mümindir. Ebu Hanife’ye göre tevhidin aslı ve iman etmenin en doğru yolu, Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, hesap, mizan, cennet ve cehenneme inanıp, bunların tümü haktır, demektir. Buradan hareketle O’nun akaid risalelerinde düzensiz bir şekilde yer alan iman esaslarıyla ilgili bilgileri şu şekilde belirleyip incelemek mümkündür.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Çevirileri Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Haziran 2011 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2011 Cilt: 15 Sayı: 1 |
CUIFD Creative Commons Atıf-Gayriticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.