bir dönem romanı yazdığım ve bu nedenle yapmış olduğum okumalar sırasında o zamanın hocalarını, öğrencilerini, heyecanlarını tanıma fırsatı bulduğum için buradayım. Şimdi, anılmalarına tanık olmak istiyorum. Merkez Bina’nın doktora salonu tıklım tıklım. Kendime zorlukla yer bulabildim. Nilüfer Kuruyazıcı’nın oturum başkanlığını yaptığı Tahsin Yücel, Şara Sayın, Yüksel Özoğuz, Nuran Kutlu ve Osman Senemoğlu’nun konuşmacı oldukları sözlü tarihi izlemekteyim. Diğer konuşmacılar da Nuran Kutlu’nun sözünü ettiği o güne usulca değiniyor. O gün ters bir milat gibi. Başlatıcı değil, sonlandırıcı bir milat. Ama altını kalın çizgilerle de çizmiyorlar. Güzel geçmiş akademik yaşamlarına gölge düşürmesin diye mi?... Anıları çok canlı. İstanbul Üniversitesi bütün bilim dallarında ama özellikle Edebiyat Fakültesi’nde mi Altın Çağı yaşadı? Ben de akademik yaşamıma 1977’de İstanbul Üniversitesi’nde başlamıştım. Kürsü koridorundan geçerken içinde Hugo Braun’nun mikroskobunun, gözlüğünün, küçük eşyalarının bulunduğu vitrine ve duvarda asılı büyük resmine gözüm takılırdı. Ama orada bulunduğum üç yıl boyunca hocaların asistanlara Hugo Braun’la ilgili anektodlar anlattığına tanık olmadım. Bu sempozyumda söylenenlerin tersine, o kürsünün hocaları asistanlarıyla tartışmaz, sohbet etmezdi. Ama bir çok başka kürsüde göçmen hocaların nasıl anıldıklarını, sonraki kuşak hukukçuların Andreas Shwartz’ı, iktisatçıların Profesör Neumark’ı, hekimlerin Profesör Frank’ı, Profesör Philipp Shwartz’ı, Professör Nissen’i kendi Türk hocalarından dinleyerek tanıdıklarını biliyorum. Fakat şimdi işitiyor olduğum anılar daha taze... Konuşmacılar birlikte çalışmış olmaktan da mutlu olmuşlar. Aralarında bulunan Tahsin Yücel’i ve bulunmayan diğer yakın zaman hocalarını sevgi diliyle anıyorlar, övgücü tören diliyle değil. Ama Yüksel Özoğuz, kendi akademik yaşamıyla ilişkilendirerek ince bir mizahla eski sert hoca tipini anlatıyor. Anılan sanat tarihçi hocanın Mazhar İpşiroğlu olduğunu sonradan öğreniyorum. Çatık kaşlı hoca tipi, kendi tecrübelerim açısından, bana daha tanıdık geliyor. Bazı konuşmacılar, üniversiteye sınavsız girildiği dönemde tıbbı, hukuku, eczacılığı seçebilecekken yalnızca zihinsel faaliyet kaygısıyla ve bu faaliyet için en uygun yerin orası olduğunu düşünerek filolojiyi seçmişler. Bir de edindikleri bilgileri aktarabilmek, öğretmen olmak için. Filoloji bir temel bilim mi? Ara veriliyor. Beni buraya çeken, sempozyumun buraya kadar olan bölümüydü. Ama şimdi gitmek istemiyor muyum? Bunu düşünürken Nilüfer Kuruyazıcı’yla tanışıyorum. Nilüfer Hanım bana “tam da bulunmanız gereken yerde bulunuyorsunuz” diyor. Sanırım romanımın İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşu hakkında olduğunu kastederek Sempozyumu izlemeye devam edeceğim. Hem roman yazarı hem de “pozitif” bilimci tarafımla edebiyatın bilimini merak ediyorum. Ve de Altın Çağ’ın yaşandığı bu dalı. Auerbach hakkındaki konuşmaları dinleyeceğim. Auerbach’ın Türkiye’ye gelen en önemli sürgün profesörlerden biri olduğunu biliyorum
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Konferans Tanıtımı |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 6 Ocak 2012 |
Gönderilme Tarihi | 6 Ocak 2012 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2008 Sayı: 20 |