Son yıllarda uluslararası iş hukukunun hem önemi artmış, hem de kap- samı oldukça genişlemiştir. Burada söz konusu olan, devletler kamu hukuku niteliğindeki “çok taraflı uluslararası sözleşme ve andlaşmalar”dır. “İki taraflı anlaşmalar” ise, daha çok sosyal güvenlik hukuku alanında yapılmaktadır. Devletler kamu hukukunda yaygın olan uluslararası gelenekler (örf ve adetler) ise uluslararası iş hukukunda önemli değildir.
Sözleşme olarak düzenlenen uluslararası iş hukuku kuralları, doğrudan iş hukukunun aktörlerine, yani işçi, işveren
ve sendikalara değil, öncelikle doğ- rudan sözleşmeyi imzalayan devletlere yöneliktir. Devletler “onaylama” yoluyla bu kuralların kendileri için bağlayıcı olduğunu beyan ettikten sonra, anayasa- larının öngördüğü usulde ve organlarında bu kuralları iç hukuka aktarmak durumundadırlar.
Birleşmiş Milletler ve Uluslararası
Çalışma Örgütü (ILO)
gibi,
uluslarara- sı iş hukuku kurallarının bir bölümü genel niteliktedir. Buna karşılık, Avrupa Konseyi sözleşmeleri ise sadece Avrupa’nın üye ülkeleri için geçerli ve bölgesel niteliktedir. Bunların dışında, “uluslarüstü” niteliği nedeniyle “Avrupa Birliği Hukuku” ayrı bir kategori oluşturmaktadır.
Türkiye Avrupa Birliği üyesi olmadığı için, burada Birliğin “uluslarüstü” nitelikteki düzenlemelerinin Türk hukukuna etkisi ele alınmayacaktır. Buna karşılık, Uluslararası Çalışma Örgütü ve Avrupa Konseyi Sözleşmeleri tipik bir devletler hukuku sözleşmesi niteliğindedir.
ILO ve Avrupa Konseyi sözleşmelerinin Türk hukuku açısından bağlayıcı hukuk olabilmesi için AY m. 90 f.1 uyarınca onaylanması ve TBMM’nin onay- lamayı bir kanun ile uygun bulmasına bağlıdır. Usulüne göre yürürlüğe ko- nulmuş bu sözleşmeler kanun hükmündedir (AY m. 90 f. 6). Uluslararası bir sözleşmenin aynı konuyu düzenleyen ulusal yasa hükmü ile çatışması halinde hangi kuralın uygulanacağı ve onaylanan bir sözleşmenin doğrudan uygulana- bilir (self executing) nitelikte olup olmadığı hukukumuzda tartışmalıdır.
Genel olarak uluslararası hukukun iç hukuka etkisi ve bunların birbirle- ri karşısındaki norm
değerleri konusunda
öğretide başlıca iki görüş bulunmak- tadır: ikici (düalist) veya pluralizm (çoğulculuk) ve tekçi (monist) görüşler1.
İkici görüşe
göre, uluslararası hukuk ile iç hukuk birbirinden farklıdırlar ve iki ayrı hukuk düzenini oluştururlar. Ayrıca, her iki hukuk düzeninin kay- nakları da birbirinden farklıdır. İç hukukta yasamanın iradesi mevcut iken, uluslararası hukukta ilgili devletlerin ortak iradesi söz konusudur. Dolayısıyla bu görüşe göre, bu iki ayrı hukuk düzeni kurallarından birinin diğer hukuk düzeninde doğrudan uygulanma olanağı (self executing) yoktur. Bir hukuk düzeninde (uluslararası hukukta) geçerli olan bir kuralın diğer hukuk düzenine (iç hukuka) atıf veya aktarma yöntemiyle dahil edilmeden o hukuk düzeninde (iç hukukta) herhangi bir etkisi söz konusu olamaz. Bunun sonucu olarak, ikici görüşe göre, uluslararası hukukla iç hukukun çatışması olasılığı da düşünü- lemez.
Tekçi görüşe göre, dünyada varolan hukuk düzeni tekdir ve uluslararası hukuk ile iç hukuk düzenleri bu bütünün parçalarıdır. Burada ortaya çıkan temel sorun, iki hukuk düzeninin hangisinin diğerine üstün olduğudur. İç hu- kukun uluslararası hukuka üstün olduğunu savunan az sayıdaki yazarları bir tarafa bırakırsak, bu görüşü savunanların büyük çoğunluğuna göre, uluslara- rası hukuk iç hukuka üstündür.
Görüldüğü gibi, gerek ikici ve gerekse tekçi görüşler tamamen kuramsal- dır. Hiçbir hukuk sisteminde bu iki görüşten biri tümüyle uygulanmamaktadır. Bu nedenle, uluslararası hukuk ile iç hukuk arasındaki ilişkilerde her devletin durumu, kendi düzenlemeleri çerçevesinde değerlendirilerek bir sonuca varıl- ması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Bölüm | Makaleler |
---|---|
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 30 Haziran 2016 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2016 Cilt: 74 - PROF. DR. FEVZİ ŞAHLANAN'A ARMAĞAN SAYISI |