The emergence of a sub-discipline as development economics and the acceptance of the existence of this discipline by both developed and underdeveloped countries took place after the Second World War. The existence of a bipolar world and the efforts of Western countries to attract underdeveloped countries to their own ranks have increased the importance of development economics.
In development literature, the terms development, industrialization, Westernization and modernization are used almost synonymously. The obstacle to the development of underdeveloped countries in sovereign development thinking is the historical, cultural, ideological and ethical values of these countries. Development is perceived as capturing the material progress created by Western civilization. Therefore, a country that wants to develop needs to be modernized and thus westernized. Through modernization and development efforts, cultural differences are classified hierarchically. The Western culture model has been idealized and transformed into a benchmark in order to legitimize the interventions implemented in the name of development.
Although Development Economics had its golden age until the 1970s, it was then dragged into crisis. Due to the failure of development policies, confidence in traditional development economics has been undermined and questioned. Underdeveloped countries have their own rich civilization and culture. Efforts to sacrifice or transform them for development have failed. The blessing of the western way of life under the name of industrialization, westernization, modernization or development resulted in the transformation of the cultures of the third world countries. The aim of this study is to show that the root cause of the crisis in Western Development thought is due to the fact that underdeveloped countries' cultures are ignored and development is treated as Westernization and modernization.
Kalkınma iktisadı olarak bir alt disiplinin ortaya çıkısı ve bu disipline yönelik varlığın hem gelişmiş hem de azgelişmiş ülkelerce kabullenilişi İkinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiştir. İki kutuplu dünyanın varlığı ve batılı ülkelerin azgelişmiş ülkeleri kendi saflarına çekme çabası kalkınma iktisadının gelişimine ivme kazandırmıştır.
Kalkınma yazınında; kalkınma, sanayileşme, batılılaşma ve modernleşme kavramları neredeyse eş anlamlı olarak kullanılır. Egemen kalkınma düşüncesinde azgelişmiş ülkelerin kalkınmasının önündeki engel bu ülkelerin tarihsel, kültürel, ideolojik ve etik değerleridir. Kalkınma Batı uygarlığınca yaratılan maddi ilerlemeyi yakalamak olarak algılanır. Dolayısıyla kalkınmak isteyen bir ülkenin modernleşmesi ve dolayısıyla Batılılaşması gereklidir. Modernleştirme ve kalkınma çabaları ile kültürel farklılıklar hiyerarşik açıdan sınıflandırılmaktadır. Kalkınma adına uygulanan müdahalelerin meşru hale getirilmesi için Batılı kültür modeli idealize edilerek bir ölçüt haline dönüştürülmüştür.
1970’lere kadar kalkınma iktisadı altın çağını yaşamış olmasına rağmen bu tarih sonrasında krize sürüklenmiştir. Kalkınma politikalarının başarısız olması nedeniyle geleneksel kalkınma iktisadına güven zedelenmiş ve sorgulanmaya başlanmıştır. Azgelişmiş ülkelerin kendilerine özgü zengin bir medeniyetleri ve kültürleri vardır. Kalkınma uğruna bunları feda etme ya da dönüştürme çabaları başarısız olmuştur. Batıya ait yaşam biçiminin sanayileşme, batılılaşma, modernleşme ya da kalkınma adı altında kutsanması üçüncü dünya ülkelerinin, kültürlerinin başkalaştırılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu çalışmanın amacı batılı kalkınma düşüncesinde ortaya çıkan krizin temel nedeninin, bu düşüncede azgelişmiş ülkelerin kültürlerinin önemsenmeyerek kalkınmanın batılılaşma ve modernleşme olarak ele alınmış olmasından kaynaklandığının ortaya konulmasıdır.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Ekonomi, Siyaset Bilimi |
Bölüm | Makaleler |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 27 Aralık 2020 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2020 Cilt: 4 Sayı: 2 |