Abstract
Nazire kelimesi, edebiyat terimi olarak; bir şairin şiirine aynı vezin ve kafiyeyle söylenen manzume, bir şairin bir şiirini takliden söylenen şiir, bir şairin şiirine benzemek üzere tertip olunan şiir gibi anlamlara sahip olan bir kavramdır. Şairlerin nazire söylemeleri, klasik şiirin kuruluş dönemlerinden beri varlığını sürdürmüş ve bir gelenek şeklinde yüzyıllardır devam etmiştir. Bu gelenek, edebiyatta zenginliğe, genişlemeye yol açmış, şiire canlılık kazandırmıştır. Her devir, her bölgede karşımıza çıkan nazire geleneği, hemen hemen her şairin başvurduğu bir tecrübe olmuş, şairler şiir geleneğini nazirelerle öğrenmiş; nazire, geçmişin yeniden yazımını sağlayan eğitim aracı hâline gelmiştir. Nazire geleneği içerisinde özellikle aşk konulu mesneviler sıkça işlenmiştir. Leyla ve Mecnun hikâyesi de Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında pek çok şairin kaleme aldığı bir aşk hikâyesidir. Bu hikâye bilinen bir hikâye olmakla birlikte, hikâyeyi üne kavuşturan ve mesnevi tarzında yazan ilk isim, Nizâmî’dir. Nizâmî, hikâyeye özgünlük katmış, lirik bir aşk hikâyesi formuyla asırlarca pek çok ismi etkileyip nazire geleneğini başlatmış ve eserlerine çok sayıda nazire yazılmıştır. Bu çalışmanın konusu da Nizâmî’nin Leylâ vü Mecnûn mesnevisinin, 19. yüzyılda yazılan Mecnûn u Leylî (Nâkâm) adını taşıyan naziresiyle mukayesesidir. Bu çalışmada, Leyla ve Mecnun hikâyesinin mesnevi nazım şekliyle anlatıldığı ilk ve son eserin şekil ve muhteva karşılaştırması yapılmış, nazire geleneğinin yüzyıllar sonra bile nasıl canlılığını koruduğu, edebiyata kattığı zenginlik tespit edilmeye çalışılmıştır.