Anayasayla kendisine yasama işlemlerini denetleme yetki ve görevi verilen ya da bu yetkiyi Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu gibi içtihat yoluyla kendisinde gören anayasa mahkemeleri ya da yüksek mahkemeler, yasama çoğunluklarıyla gerilimli ilişkileri nedeniyle kaçınılmaz olarak siyasal aktörlerin ve kamuoyunun ilgi odağındadır. Konusu ya da sonuçları itibariyle her karar, potansiyel olarak siyasetin merceğinden incelenmeye/eleştirilmeye uygundur. Anayasa yargısı ve mahkemesi fikrinin 20. yüzyılın başında 1920 ilk kez normatif olarak hayata geçirildiği Avusturya’da, kurumun fikir babası Hans Kelsen anayasa mahkemelerinin verdiği her kararın, doğası gereği siyasal olduğunu vurgulamıştır. Ancak bu, anayasa mahkemelerinin siyasal kararlar verdiği ve siyasal bir aktör olduğu anlamında değil, hukukun geniş anlamda bir siyasal tercihler bütünü olduğu biçiminde anlaşılmalıdır. Anayasa mahkemelerine yönelik bu genel önyargı ve mesafeye karşılık, “anayasa şikâyeti” Verfassungsbeschwerde/constitutional complaint ya da Türk hukukundaki adıyla “bireysel başvuru yolu”nun da anayasa mahkemelerinin yetkisine verildiği ülkelerde bu mahkemeler, salt siyasal aktörlerin odağı olmaktan çıkıp halkın, temel hak ve özgürlük süjelerinin katına inmektedir. Hukuk devleti ve demokrasi kavramları, anayasa şikâyetiyle somut, elle tutulur, yaşanan birer olgu haline gelmektedir. Hukuk devleti ilkesi salt bir ideal, uzak bir vaat ya da değiştirilemez bir anayasal ilke olmaktan çıkıp hakları kullanılabilir, görülebilir hale getirmektedir.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Research Article |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Haziran 2015 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2015 Cilt: 31 Sayı: 1 |