Son onlu yıllarda üzerinde en çok konuşulan konulardan birisidir, dinler arası
diyalog ya da, medeniyetler arası diyalog… Halen çok iyi sinyaller vermeyen global
dünya gidişatının da bir tür zorlamasıyla, dini metinlerden beslenmek ve, farklı ve
aykırı bile olsa, bütün inançlar, medeniyetler ve ırklar arasında anlayış, hoşgörü ve
birlikte yaşama ruhunu önce zihniyetlere, en önemlisi de hayata egemen kılmak
isteyen bir arzunun ifadesidir de bu, aynı zamanda… Özellikle İslam Medeniyeti ile
Batı Medeniyeti bağlamında düşünüldüğünde, heyecanlandırdığı kadar, yine bizleri derin düşüncelere, ümitsiz yollara; aşılmaz ‘önyargı’ dağlarına ve tarihin ‘göz yaşı’
vadilerine de savuran büyük serüven…
Öyleyse, Medeniyetler arası/ya da Dinler arası diyalog yolunda, aşırı ümit ve
iyimserlikle, dondurucu ön yargı ve ümitsizlik tepeleri arasında hangi noktada
durulmalı? Taraflardaki olumsuzluk ve ümitsizliğin, temel dinî referansları nelerdir?
Aşılmaz zirvelere rağmen, hangi ümit ve iyimserlik tohumlarını diri tutabiliriz?
Olumsuz gözüken şeyler kimi zaman olumlu ve umulmadık neticeler verebilir mi?
İslâm kelamının başlangıç evresi için böyle bir şey var mıdır? İşte, bir beyin
fırtınasına davetiye olarak durmaktadır Nasr Hâmid Ebû Zeyd’in bu çeviri yazısı.
Primary Language | tr; en |
---|---|
Journal Section | Çeviriler |
Authors | |
Publication Date | December 30, 2007 |
Published in Issue | Year 2007 Issue: 28 |