This paper addresses the question of whether or not the trade agreement signed
by Soviet Union and Turkey on March 11, 1927 was a milestone for fostering the foreign
trade relations among the two countries. At that time Soviet laws included, the foreign trade
administration must be monopolized by the state. However, in reality, it is difficult to push
state monopolization on international trade especially when the commercial activities take
place on foreign soil. Every independent state desires to protect the interests of its entrepreneurs
and traders. However, when there is a structure like the Soviet Union that protects its foreign
trade with state institutions that constitute a monopoly against entrepreneurs and traders,
this requires a strong will to achieve. Another option is to ignore, avoid establishing trade
relations, and deranging the settled system with the Soviet Union as the western countries did
for a long time. In this context, the developing foreign trade relations among Turkey and the
Soviet Union prospered due to goodwill and overpassing small problems by the bureaucrats
of the two states until the second half of the 1920s. On the other hand, the struggles of the
two countries to piece their economies up, brought new pursuits together. The Soviet Union
started to give up running its foreign trade with joint-stock incorporations. Hence, abiding
with the foreign trade monopoly, companies like Arkos and Russoturk will turn into Soviet
Trade Agency. In the emerging conditions of the mid-1920s Turkey called on countries that
had not yet signed a trade agreement with herself in order to initiate agreement negotiations.
The Soviet Union, on the other hand, was willing to impose its trade institutions on other
countries as the NEP was coming to end.
Soviet Union Turkey Foreign Trade Trade Agreement Soviet Trade Agency Arcos Soviet Trade Agency
Bu makalenin amacı 11 Mart 1927 tarihinde Sovyetler Birliği ve Türkiye arasında
imzalanan ticaret anlaşmasının iki ülke arasında gerçekleşen dış ticaret ilişkilerinde bir
dönüm noktası olup olmadığını göstermektir. Sovyet kanunlarına göre dış ticaret rejimi
devletin tekelinde olmak zorundadır, ancak gerçekte dış ticarette devletin tekel uygulamasını
özellikle ticaret diğer ülkelerin topraklarında gerçekleşirken kabul ettirmek zordur. Her
bağımsız devlet kendi girişimcilerinin ve tüccarlarının çıkarlarını korumak ister. Ancak
girişimciler ve tüccarların karşısında dış ticaretini tekel olarak devlet kurumları ile koruyan
Sovyetler Birliği gibi bir yapı varken bunu yapmak güçlü bir irade ister. Diğer bir seçenek ise
uzun yıllar Batılı ülkelerin yaptığı gibi Sovyetler Birliği’ni görmezden gelmek, ticaret ilişkileri
kurmamak veya kurulu düzeni bozmaktır. Bu bağlamda Türkiye ile Sovyetler arasında
gelişen dış ticaret ilişkileri 1920’lerin ikinci yarısına kadar her iki ülkenin bürokratlarının iyi
niyetleri ve zaman zaman görmezden geldikleri durumlar neticesinde ilerlemiştir. Öte yandan
her iki ülkenin savaş sonrasında ekonomilerini toparlamaya başlamaları yeni arayışları da
beraberinde getirmiştir. Sovyetler Birliği anonim şirketlerle dış ticaretini yönetmekten 1920’li
yılların ikinci yarısında vazgeçmektedir. Artık Arcos ve Russotürk gibi şirketler dış ticaret
tekeline uygun olarak Ticaret Temsilciliklerine dönüşecektir. 1920’lerin ortasında dünyada
yeni gelişen koşullar içinde Türkiye henüz kendisi ile ticaret anlaşması imzalamayan ülkelere
anlaşma görüşmelerini başlatmak üzere çağrıda bulundu. Sovyetler Birliği ise NEP’in sonuna
gelinirken kendi ticaret kurumlarını diğer ülkelere kabul ettirme niyetindeydi.
Primary Language | English |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | July 7, 2021 |
Submission Date | September 15, 2020 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 21 Issue: 42 |