Çalışma yaygın iki mushafın
bölümlemeleri hakkındadır. Bu mushaflardan biri Türkiye’de basılmakta, Diyanet İşleri
Başkanlığı, Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu’nun denetiminden geçmektedir.
Diğeri ilmî bir heyet tarafından yayına hazırlanmış olup, Suudi Arabistan
İslami İşler, Vakıflar, Davet ve İrşat Bakanlığı tarafından basılmaktadır.
Her iki mushaf başta basım yerleri olmak üzere birçok ülkede yaygındır.
Çalışmada söz konusu mushaflardaki bölümlemeler dayanakları ve işlevleri
açısından karşılaştırmalı olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda önce söz konusu
bölümlemelerin Hz. Peygamber’in, sahabenin söz ve uygulamaları ile ilgisi
kurulmaktadır. Sonra bu mushaflardaki aynı ve farklı bölümlemeler, aynı ismi
taşıyan bölümlemelerin farklılaşan yönleri incelenmektedir. Ayrıca mevcut
bölümlemelerin işlevlerine değinilmektedir. Türkiye’de basılan mushafta yer
alan “rükûʻ alameti” araştırılmaktadır. Bu bölümlemeye “alameti mevduʻ” isminin
verilmesi önerilmektedir. Uygulamaları Hz. Peygamber döneminde olsa da bölümlemelerdeki
farklılıklar, mevcut bölümlemelerin ictihâdî olduğunu göstermektedir.
Bu
çalışmada Kur’an’ın cüz, hizb ve rükûʻ bölümlemeleri Diyanet ve Medine mushafları özelinde
karşılaştırmalı olarak ele alınmaktadır. Bu bağlamda söz konusu bölümlemelerin
erken dönemdeki kaynakları ve oluşumu incelenmekte ve iki mushaftaki
bölümlemeler karşılaştırılmaktadır. Söz konusu iki mushaftaki bölümlemelerin
erken dönemdeki kaynaklarla ilişkisi araştırılırken Hz. Peygamber ve sahabenin
bizzat cüz, hizb kelimelerini Kur’an’ı belli bölümlere ayırmak için
kullandıkları görülmüştür. Ancak bilindiği üzere nüzul döneminde vahiy devam
ettiği için Kur’an bugün olduğu gibi herkesin elinde somut bir belge olarak
bulunmamaktadır. Bu yüzden o dönemdeki bölümlemelerin bu günkü bölümlemelerle
aynı olması beklenemez. Hz. Peygamber ve sahabenin kendilerine özel belirli
hizbler (bölümlemeler) oluşturduğu, bunun bir ihtiyaç olduğu belirtildikten
sonra bu iki mushaftaki bölümlemelerin oluşum safhası ve mahiyeti üzerinde
durulmuştur. Cüz ve hizb bölümlemesinde sayfa, ayet ve kelime sayısı değil,
harf sayısı dikkate alınmış gözükmektedir. Daha önce bazı özel mushaflarda ve
Müslümanların uygulamalarında olmakla birlikte bu şekildeki bölümleme resmî
olarak Haccac b. Yusuf es-Sekafinin Irak valiliği dönemine (75/694-95/713)
rastlar. O, Kur’an’ın harf sayısını bulmaları yönünde hafızlara talimat vermiş,
ayrıca onun yarısını, üçte birini ve dörtte birini onlara tespit ettirmiştir.
Diyanet ve Medine mushaflarındaki mevcut bölümlemeleri İbnü’l-Cevzî’nin
Fünûnü’l-efnân fî ‘acâibi ʻulûmi’l-Ḳur’ân’ında, Dânî’nin el-Beyân fî ʻaddi âyi’l-Ḳur’ân’ında, Sehâvî’nin Cemâlü’l-ḳurrâ’ ve kemâlü’l-iḳrâ’sında görmek mümkündür. Bu iki mushafta cüz bakımından fazla bir farklılık yoktur. Ancak
hizbin yerleri, isimlendirme ve gösterilme biçimleri bazı farklılıklar arz
etmektedir. Örneğin Medine mushafında hizbin başladığı ayet bir işaretle
belirtildiği için hizbin başlangıç ve bitiş yeri daha nettir. Ancak Diyanet
mushafında hizb için ayet başında bir emare bulunmaz, kenarda hizb gülü ile
işaret edilir. Yine Medine mushafında her cüz iki hizbe ayrılır ve otuz cüzün
sonunda “hizb altmış” kaydı vardır. Bu hizblerin her biri dörde bölünerek bir
cüzde toplam sekiz hizb oluşur. Ama Diyanet mushafında her cüz dört hizbe
ayrılır ve birden dörde kadar numara verilir. Bu dört hizb Medine mushafındaki
sekiz hizbden dördüyle örtüşür. Ancak dört, yedi, on bir, yirmi altı ve
otuzuncu cüzlerdeki hizblerin bir kısmı farklı yerden başlar. Nitekim hizb
yerleri farklı olan bu cüzlerin cüz başlangıçları da farklıdır. Bu tespit cüz
ve hizbin koordineli olarak belirlendiğini gösterir. Bu iki bölümlemenin
dışında bir de rükûʻ bölümlemesi vardır. Bu bölümleme sadece Diyanet
mushafında mevcuttur. Bunun kim tarafından ihdas edildiği ve mahiyetinin ne
olduğu pek bilinmemektedir. Söz konusu bölümlemenin mushafta yer alış biçimi
dikkate alındığında o şöyle tanımlanabilir: Bir kıssayı veya kıssanın bir
sahnesini içeren, bir veya daha fazla konuyu içinde barındıran, çoğunlukla bir
sayfadan oluşan ayet gruplarıdır. Rumuzu “Ayn”dır.
Rûkûya gidilecek en uygun yeri gösterdiği için “alamet-i rükû” ismini almıştır.
Ancak bu bölümleme Diyanet mushafında secavend başlığı altında yer aldığı için
vakf işareti olduğu vehmi uyanmaktadır. Vakf ve ibtidayı konu edinen eserlerde
buna değinilmediğine göre kanaatimizce bu vakf işareti olamaz. Aynı şekilde bu
bölümlemenin tam olarak Hz. Peygamber’in rükûya gittiği yeri gösterdiği de
söylenemez. Çünkü Hz. Peygamber bazen iki rekâtlık namazda toplam dört rükûʻ bölümlemesinden oluşan sureleri okumuştur. Grup
olarak nâzil olan ayetlerle tam örtüşmedikleri gibi müfessirlerin tefsir öncesi
ser levha olarak getirdikleri ayet grupları ile de tam olarak uyuşmazlar.
Müfessirlerin oluşturdukları ayet grupları ile rükûʻ bölümlemesinin aynı olmaması, Kur’an’ın yapısı bir de
müfessirlerin dirayet ve ilgilerinin farklı olması ile ilgilidir, denilebilir.
Rükûʻ bölümlemesi Diyanet mushafı dışında Hindistan ve
Pakistan bölgesinde basılan mushaflarda da mevcuttur. Ancak bu bölümlemenin
mahiyeti ve kim tarafından konulduğu hakkında burada da pek bilgi yoktur. Bize
göre bu bölümlemenin oluşmasında vakf işareti etkili olmuştur. Çünkü Cezerî
vakf işaretini belirleme gerekçesini açıklarken bir konuyu içeren ayet grubunu
bir nefeste okumanın zorluğundan bahsetmektedir. Onun bu ifadesi vakfı
belirleme sürecinde kıraat âlimlerinin zihninde konu merkezli ayet gruplarının
var olduğunu gösterir. İbn Enbârî’nin İḍah’ı ve Dânî’nin el Muktefâ’sında belirlediği vakıfların çoğunun mushaftaki rükûʻ bölümlemesi ile örtüştüğü görülür. Öyleyse bu
bölümleme oluşturulurken âlimlerin zımnen de olsa işaret ettiği konu bütünlüğü
olan ayet gruplarından istifade edilmiştir, denilebilir. Rükûʻ bölümlemesi belli bir ayet grubundan oluşan ve
çeşitli vesilelerle okunan aşır ile de ilişkilendirilmiştir. Bu gün aşır
denilince iki “ع” arasında
kalan ayet grubu anlaşılır. Ancak “Ayn” rumuzu
aşır için konulmuş değildir. Kanaatimize göre bu bölümleme konu bütünlüğünü
esas aldığı için aşır için de uygun görülmüştür. Bütün bunlara ilaveten bu
bölümleme Kur’an’ın anlamı çerçevesinde gerçekleştirilecek halka yönelik irşad
içerikli bir dizi sohbet için de ölçü kabul edilebilir. İşte bu bölümleme ister
rükûya gidilecek en uygun yeri göstersin, ister aşır için belirlenen ayetlere
işaret etsin, isterse de Kur’an merkezli sohbet için ölçü olsun, hepsinde konu
esaslı bir belirlemeden hareket edildiği anlaşılmaktadır. Bu yüzden rükûʻ bölümlemesini “alameti mevdu” şeklinde isimlendirmeyi
öneriyoruz. Bu isimlendirme aynı zamanda onun vakf alameti veya ta’şir olduğu
yönündeki yanlış izlenimi de ortadan kaldırır. Mushaf bölümlemeleri
Müslümanların Kur’an’la daha iç içe yaşamaları amacıyla daha işlevsel hale
getirilebilir. Örneğin hizb her gün Kur’an okumayı vird edinmek için bir ölçü
olabilir. Aynı şekilde rükûʻ bölümlemesi önerdiğimiz isimlendirmeyle “ʻalamet-i mevdu” Kur’an’ın anlamına eğilmeyi
sağlayabilir. Böylece bölümlemeler sayesinde Kur’an’la çok boyutlu bir iletişim
kurma imkânı elde edilebilir.
The study is mainly
about the partitions of the two widespread copies of the Qur’ān known as muṣḥafs.
One of these partitions is published in Turkey under the supervision of the
Presidency of Religious Affairs, and the Board of Inspection and Recitation of
the Qur’ān. The second one is published by an Islamic delegation and by the
Ministry of Islamic Affairs, Foundations, Invitation and Guidance of Saudi
Arabia. Both the muṣḥafs are widely used in many countries, especially
in terms of the places where they are printed. In the study, the partitions in
the muṣḥafs are discussed in a comparative manner in terms of their
bases and their functions. In this context, first of all, the mentioned
partitions are linked together with the words and practices of The Prophet and
his companions. Then the same and different partitions in these muṣḥafs
and, different aspects of the same partitions are examined. The functions of
existing departments are also mentioned. The "symbol of bowing (Rukūʿ)" on this muṣḥaf published in
Turkey is examined. It is recommended that this section should be named as
"the symbol of mawḍuʻ." Even the practices belong to the
period of the Prophet, the differences in the partitions show that the existing
divisions are based on opinions or judicial judgments (ijtihadī).
In this study, juz, ḥizb and rukûʿ
partitions of the Qur’ān are considered comparatively in terms of the partition
by Presidency of Religious Affairs and partition by Medina. In this context,
early sources and formation of the mentioned partitions are examined and
comparisons are made between the two partitions in these muṣḥafs. While
examining the relation of the two partitions of these two muṣḥafs with
the sources in the early period, it is seen that the Prophet and the Companions
themselves used the words; juz and ḥizb in order to divide the
Qur’ān into certain sections. As it is known, however, the Qur’ān was not
present as a concrete document in the hands of everybody as it is today because
of the revelation in the period of descending. Therefore, it cannot be expected
that the partitions of that period will be the same with those of today’s. It
is emphasized that the Prophet and the Companion formed specific ḥizbs
(sub-sections) that were specific to them, and then the formation phase and the
nature of these two partitions in the muṣḥafs are discussed. The number
of letters, not the number of pages, verses and words, appears to be taken into
account in the partition of the juz and ḥizb. This kind of
partition, with some special muṣḥafs and practices of Muslims, was
formally known in the period of Iraq governorship by Haccac ibn Yusuf al-Sakafī
(75/694-95/713). He instructed the hafiz people to find the number of letters
of the Qur’ān, and also had them identified the half, one third, and one fourth
of it.
The current muṣḥafs by Presidency of Religious
Affairs and Medina can be seen in Ibn al-Jawzī's Fünûn al-efnân fī ʿacâib
ulûm al-Qur’ān, in Dānī's al-Beyān fî add al-Ḳur'ân, and in Cemāl
al-ḳurrā and kemāl al-iḳrā by Sahavī. There is not much difference between
these two muṣḥafs in terms of juz. However, the locations, naming
and presentation patterns of ḥizb have some differences. For example,
the beginning and ending point of the ḥizb in Medina muṣḥaf is
clearer because the sign of the beginning of the ḥizb in the verse is
indicated with a sign. However, there is no indication at the beginning of the
verse for the ḥizb in the muṣḥaf by the Presidency of Religious
Affairs; it is pointed by the ḥizb rose on the edge. Again, in Medina muṣḥaf,
every juz is divided into two ḥizbs, and at the end of thirty juzs,
there is a "ḥizb sixty" registry. Each of these ḥizbs
is divided into four to form a total of eight ḥizbs in a juz. But
in the muṣḥaf by Presidency of Religious Affairs, every juz is
divided into four ḥizbs and numbered from one to four. These four ḥizbs
coincide with four of the eight ḥizbs in the Medina muṣḥaf.
However, some of the hizbs in the fourth, seventh, eleventh,
twenty-sixth and thirtieth juzs start from a different place. As a
matter of fact, the juz beginning of these juzs, ḥizb
places of which are different also differ from each other. This determination
indicates that the juz and ḥizb are identified in a coordinated
manner. Apart from these two partitions, there is also a rukū' division.
This division is available only in muṣḥaf by the Presidency of Religious
Affairs. It is not known who created it and what its nature is. Considering the
way in which the mentioned partition takes place, it can be defined as: a group
of verses consisting of a page, often containing one or more titles, containing
a short or shortened scene. The nickname is "ayn". It has taken the
name "symbol of bowing" because it shows the most suitable place to
bow. However, this partition creates the misgiving that it is a sign of the
“pausing” because it has been placed under the heading of secavend in the muṣḥaf
by the Presidency of Religious Affairs. According to our opinion, this
cannot be a sign of “pausing” because it is not mentioned in the works
discussing the pausing and starting. In the same way, it cannot be said that it
showed the place where the Prophet went to bow. Because the Prophet sometimes
reads the surahs consisting of a total of four rukūs' divisions
in two rakad prayers. They do not fully correspond to the descended
verses as a group, nor do they exactly correspond to the groups of verses that
commentators bring as tablets before the commentary. The fact that the verse
groups formed by the commentators differ from the rukū partition can be
said to be related to structure of the Qur’ān and the fact that wisdom and
ability of the commentators are different from each other.
Apart from the muṣḥaf by the Presidency
of Religious Affairs, Rukū' partitioning is also available in the muṣḥafs
published in the Indian and Pakistani regions. However, there is not much
information about the nature of this partition and who states it. In our
opinion, the sign of pausing has been effective in the formation of this
partition. Because the Cezari speaks about the difficulty of reading a verse
group that includes one subject with one single breath while explaining the
reason for setting the sign of pausing. This expression shows that there are
groupings of subject-centered verses in the mind of recitation scholars in the
process of determining the pausing. It is seen that the majority of the pausing
in Idah by Ibn Abbarī and al Muktafā by Dâni overlaps with the rukū
partition of the muṣḥaf. Therefore, it can be said that, while this
partition is being formed, the scholars have benefited from the groups of
verses, which are the totality of the subject pointed out, albeit implicitly.
The rukū partition is also associated with the aşır reading which
consists of a certain group of verses and is read in various ways. Today, when
talking about “ashir”, one can understand the group of verses between the two “ʿayn".
However, the " ʿayn" nickname has not been set for the “ashir”.
According to our opinion, this partitioning is considered appropriate for “ashir”
because it is based on the subject matter integrity. In addition to all this,
this partition can also be regarded as a measure for a series of conversations
which shows the true way to the public in the context of the meaning of the
Qur’ān. It is understood that this partitioning, whether it shows the most
appropriate place to go to rukū, whether it points to the verses set for
“ashir”, or whether it is a measure for the Qur’ān themed conversation, is a
matter-based setting in all. Therefore, we recommend naming the rukū
partition as "the symbol of mawḍuʻ".
At the same time, this naming eliminates the false impression that it is a sign
of a pausing or a taking. The muṣḥaf partitions can be made more
functional in order for Muslims to live more with the Qur’ān. For example, ḥizb
can be a measure to acquire the habit of mentioning about the Qur’ān every day.
In the same way, the rukū partition, with the nomenclature that we propose;
"the symbol of mawḍuʻ"
can provide the inclination to the meaning of the Qur’ān. Thus, it is possible
to have a multi-dimensional communication with the Qur’ān thanks to these
partitions.
Subjects | Religious Studies |
---|---|
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 15, 2017 |
Submission Date | February 27, 2017 |
Published in Issue | Year 2017 Volume: 21 Issue: 1 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).