Osmanlı Devleti’nde Meşîhat bünyesinde yer alan Fetvâhâne kurumu yüzyıllar boyunca Hanefî mezhebini ve bu mezhebin de müftâ-bih olan görüşlerini merkeze alarak kendisine yöneltilen sorulara cevaplar vermiştir. Bu soru ve cevaplar da usûlüne uygun bir şekilde kayda geçirilmiştir. Bu çalışmada kurumun vermiş olduğu cevapları ihtiva eden defterlerden İstanbul Müftülüğü Meşîhat Arşivi’nde 378 numarayla kayıtlı olan Fetvâḫâne-i ʿÂlî Ecvibe-i Şerʿiyye Defteri esas alınarak Osmanlı’nın son dönemindeki fetvâ faaliyetinin kapsamı ve nüfuz alanına dair bir tasavvur oluşturulmaya çalışılmıştır. Buna göre Fetvâhâne devletin son on üç yıllık zaman diliminde şahıslardan, devlet ve özel kurum müdürlerinden, cemiyetlerden, bakanlıklardan ve Sadâretten gelen sorulara muhatap olmuştur. Bu soruların bir kısmı Osmanlı sınırları içindeki vilâyetlerden ya da Osmanlı ile bir şekilde idârî bir bağı olan ülkelerden gelmekte iken bir kısmı da kaybedilen topraklardan ya da sadece hilâfet merkezinin resmî fetvâ organı olması hasebiyle diğer devletlerin Müslümanları tarafından Fetvâhâneye tevdî edilmekteydi. Defterde Osmanlı tebasından olup da başka memleketlerde ikâmet eden Müslümanlardan gelen soruların da kaydı bulunmaktadır. Konulara bakıldığında ise en çok vakıflar hakkında soru sorulduğu tespit edilmiştir. Bunun yanında Banka tesisi ya da bankaya para yatırarak faizini almanın cevâzı, yeni usul mekteplerin ihdâsı ve bu mekteplere kaynak oluşturmak için bulunan yolların mübah olup olmadığı, Latin harfleriyle tedrîsin mümkün olup olmadığı, hayat sigortasının hükmü, kolerayla mücadelede temizliğin önemi, camilerde ortaya çıkan bidʻatlerle mücâdele, mefkûdun karısının hâkim tarafından tefrik edilip edilemeyeceği gibi konulardan usûl-i muhâkemâta dâir imzâ-yı kazânın tetimme-i kazâdan sayılıp sayılamayacağı meselelerine kadar farklı konularda soruların Fetvâhâneye tevcîh edildiği görülmektedir. Defterde yer alan bazı fetva kayıtlarında da geçtiği üzere Osmanlı Devleti’nde fetvâ ve kazâda Hanefî mezhebinin en sahih ve tercih edilen görüşü ile karar vermek mecburidir. Yukarıda zikredilen son iki fetvâ sorusu bu yazıda ele alınan müftâ-bih görüşle amelden devlet başkanı iradesiyle vazgeçilmesinin örnekleri olarak ele alınmıştır. Müftâ-bih olanın dışında bir görüş ile ya da mezhep dışından bir görüş ile karar verebilmek ancak devlet başkanının irâdesiyle mümkündür. İlk örneğe göre başka devletlerin Müslüman tebasından olup ticâret vb. sebeplerle Osmanlı ülkesine gelip Müslüman kadınlarla evlenip sonra da onları terk edip gidenlerin arkada bıraktığı kadın ve çocuklar mağdur olmaktaydı. Bu durum savaşlara gidip de dönmeyen erkeklerin eşleri için de geçerliydi. Hanefî mezhebinin müftâ-bih görüşü olan mefkûdun doksan, yüz, yüz yirmi yaşına gelinceye kadar ya da yaşıtları vefat edinceye kadar beklenmesi gerektiği yönündeki hükümlerinin ortaya çıkardığı mahzurlar başka mezheplerden nâib tayin edilmek suretiyle çözülme yoluna gidilmişse de bu uygulamada da süreklilik sağlanamamış ya da diğer mezheplerden yetkin kişiler bulmak her zaman mümkün olmamıştır. Bu sebeple Şeyhülislâm Hayri Efendi zamanında bir değişiklik lâyihası hazırlatılarak sultanın irâdesine sunulmuştur. Devlet başkanının irâdesine başvurulan diğer konu olan imzâ-yı kazânın tetimme-i kazâdan sayılıp sayılamayacağı meselesinde ise defterde müftâ-bih görüşten vazgeçilmesinin aşamaları çok daha net bir şekilde takip edilebilmektedir. Devletin bilhassa uzak vilâyetlerinde kısâs davalarında hükmün infazından evvel hâkimin azli veya görev süresinin bitmesi durumunda mezhebin müftâ-bih olan ve istihsâna dayandırılan görüşüne göre kısâs davalarının en baştan görülmesi davaların kapanmasının uzun yıllar sürmesine sebep oluyordu. Gelen şikâyetlerin artması sebebiyle insanların maslahatına ve asrın gerekliliklerine en uygun olan görüş olması hasebiyle müftâ-bih olmamasına rağmen kıyas yoluyla ulaşılan hükmün hazırlanan muhâkeme usulüne dair lâyihaya eklenen bir maddeyle sultânın iradesine sunulduğu görülmektedir. Devlet başkanının onayından geçtiği zamandan itibaren geçerli olmak üzere artık yargılamanın tamamlanmış olması için hükmün infâz edilmiş olması şart olmaktan çıkarılmıştır. Bu meselelerdeki hüküm değişiklikleri de göstermektedir ki her ne kadar Hanefî mezhebinin müftâ-bih olan görüşüne riayet Osmanlı Devleti için önemliyse de -önceki şeyhülislamların maʻrûzât türündeki fetvâlarında olduğu üzere- müslümanların maslahatını gözetmek daha zarûrî görülmüş ve farklı görüşler de kanunlaştırılarak uygulamaya konulmuştur.
The Fatwā-house, which was within the body of Meshihat in the Ottoman Empire, gave answers to the questions posed to it by focusing on the Hanafi sect and the preferred fatwās of this sect for centuries. These questions and answers were also duly recorded. In this study, based on The Record for the Legal Responses of the Supreme Fatwā Office, which is registered at records numbered 378 in the Meshihat Archive of the Istanbul Mufti, one of the records containing the answers given by the institution. It is an attempt to create an imagination about the scope and sphere of influence of the fatwā activity in the last period of the Ottoman Empire. Accordingly, in the last thirteen years of the state, Fatwā-house has been the addressee of questions from individuals, state and private institution directors, societies, ministries and the Grand Vizier. While some of these questions came from the provinces within the Ottoman borders or from the countries that had an administrative ties with the Ottoman Empire, some of them were submitted to the Fatwā-house by the Muslims of other states from the lost lands or simply because the caliphate center was the official fatwā organ. At the records, there is also a record of the questions coming from muslims who are Ottoman citizens but residing in other countries. Looking at the subjects, it was determined that most of the questions were asked about foundations. In addition, the permissibility of obtaining interest by bank facility or depositing money in the bank, the establishment of modern schools and whether the ways to create resources for these schools are permissible, whether teaching in Latin letters is possible, the provision of life insurance, the importance of cleanliness in the fight against cholera, the fight against innovations (bidʻas) in mosques. It is seen that questions on different issues, from issues such as whether the wife of the lost (mafqud) can be separated by the judge or not; to the issues of whether the fulfillment of judgment can be regarded as the end of the judgment or not. As it is mentioned in some fatwā records at the record book, it is obligatory to decide on fatwā and its fulfillment in the Ottoman Empire with the most authentic and preferred view of the Hanafi sect. The last two fatwā questions mentioned above are handled as examples of giving up the act with the will of the head of state, with the preferred fatwâs discussed in this article. It is only possible with the will of the head of state to make a decision with an opinion other than preferred fatwâ or an other opinion out of the sect. According to the first example, some of those of the citizens of other states outside the Ottoman Empire came to the Ottoman lands for reasons like trade etc. and married to Muslim women there and then left them suffering. This was also true for the wives of men who went to wars and did not return. Although the drawbacks of the Hanafi sect's preferred view, that one should wait until the age of ninety, one hundred, one hundred and twenty, or until the death of their peers, were resolved by appointing a regent from other sects, continuity could not be ensured in this practice either, finding people has not always been possible. For this reason, in the time of Shaykh al-Islam Hayri Efendi, a statement of change was prepared and submitted to the will of the sultan. In the issue of whether the signature of the head of state can be counted as the end of the judgment, another subject in which the will of the head of state is applied, the stages of abandoning the preferred view can be followed much more clearly. In the case of the dismissal of the judge or the expiration of the term of office before the execution of the judgment, especially in the distant provinces of the state, in the case of the judge's dismissal or the expiration of his term, according to the preferred view of the sect, which was based on juristic discretion, the closure of the cases took many years. It is seen that the judgment reached by analogy was submitted to the will of the sultan, with an article added to the script regarding the prepared procedure of reasoning, although there is no preferred view since it is the most suitable opinion for the interests of the people and the necessities of the century due to the increase in complaints. Effective from the time it was approved by the head of state, the execution of the sentence is no longer a requirement for the trial to be completed. The changes in the provisions of these matters also show that, although it was important for the Ottoman State to comply with the preferred view of the Hanafi sect - as in the previous Shaykh al-Islams' fatwās in the form of ma'ruzat - it was considered more necessary to look after the interests of the Muslims and different opinions were enacted and put into practice.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | December 15, 2021 |
Submission Date | August 13, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 25 Issue: 3 |
Cumhuriyet Theology Journal is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License (CC BY NC).