The matter of sex and/or gender not only related females/women whose dwelling places usually lay in odd corners but also concerns all human beings is an obvious matter because of the fact that throughout history there is a long range struggle on behalf of subjectivity process of females/women in the frameworks of fairy tales, mythological narratives, religious texts and more important in the philosophical and scientific problems and theories. As it is well-known, mentioned struggle interrelated mainly with the comprehension of scientific activity as a kind of mannish occupation. That’s exactly what it means those efforts (struggle) has some undeniable aspects in the context of a new orientation of scientific activity that offers a transformation within the problem of sex/gender. It can be said that a constitutive movement in progress aiming to a holistic view so as to integrate cognitive and sensitive experiences of human beings with the process of scientific activity. Therefore, fundamental questions and matters fall into place at first: Is science really a manly occupation? Has scientific activity or reason a kind of sex/gender in itself? What is the exact reference of the notion of “scientist”? In this study, first of all, we will offer an overarching historical perspective about scientific activity and related fields in the scene of philosophical problems about metaphysical dualities such as female/male, being a woman or a man. Secondly, we will focus on the fundamental aspects of sex/gender studies in the context of their resistance of mentioned dualities. In conclusion, we will try to offer some solution proposals about how it is possible to reconsider the sex/gender matter not only scientific but also within whole intellectual activities of human beings
İlk insanlardan günümüze gelene kadar masallardan mitlere, dini metinlerden bilim kuramlarına birçok farklı alanda kendisine yer bulan cinsiyet konusunun henüz özneleşme mücadelesi veren “kıyıda kalmışlar”ı -aslen kadınları- değil, tüm insanları ilgilendirdiği aşikârdır. Bu nedenle eril ile bilimselin bağdaştırılmasının açıklanması girişimi, basit bir biyolojik indirgemecilikten kurtulmanın ve toplumsal cinsiyet deneyimimizi, bilişsel ve duygusal temelde yeniden inşa etmemizin yolunu gösterecektir. Bilimle ilgilenenlerin çoğunluğunun erkek olması, bilimin erilliğinin açıklanmasında önemli bir bileşendir ancak tek başına yeterli değildir. Hatta bu sayısal üstünlük, bir neden değil, bilimin erilliğinin bir sonucudur. Bu tür sorunların giderilmesinin başlangıç noktası, toplumsal cinsiyet algısının değiştirilmesidir. “Bilim adamı” söyleminde olduğu gibi bilimi, eril dilin tahakkümünden kurtarmakla yola koyulan “bilim insanları”, bilimin erkek işi olduğu iddialarının mesnetsizliğini ispatlamaya başlamıştır. Bilim gerçekten erkek işi midir? Bilimin cinsiyeti var mıdır? Her şeyden önce aklın cinsiyeti var mıdır? Erilliğin ve tahakkümün sığındığı ya da kaynak bulduğu alanları tespit ederek güncel sorunlara çözüm geliştirmek önem arz etmektedir. Doğayı nesneleştiren, özneyi eril, nesneyi dişi konumuna indirgeyen bilim yapma geleneğini ve toplumsal cinsiyet algısını değiştirmek bir zorunluluktur. Bireylerin öznelik konumları dâhil birçok şeyin bir dil oyunundan ibaret olmadığı yapılacak yeni araştırmalarla açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu çalışma, toplumsal cinsiyet ile bilim arasında nasıl bir ilişki olduğunun irdelenmesini ve bazı çözüm önerilerinde bulunma girişimini kapsamaktadır
Diğer ID | JA74CN69MV |
---|---|
Bölüm | Araştırma Makalesi |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 1 Aralık 2017 |
Gönderilme Tarihi | 1 Aralık 2017 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2017 Sayı: 12 |