Abstract
Küreselleşen dünyada Müslümanların Hristiyanlarla yan yana yaşamak durumunda olması, onların Hristiyan geleneğiyle ciddi bir şekilde yüzleşmelerini zorunlu hale getirmiştir. Bu yüzleşmeyi inceleyen bilim dallarından birisi de dinler tarihidir. Zira bu disiplin tarihsel süreçte dinî akideleri incelediği kadar dindarların kendi aralarındaki ilişkileri tarih ve teoloji bağlamında ele almakta-dır. Müslüman-Hristiyan ilişkilerinin erken dönemde Necran Hristiyanları, Habeşiştan hicreti ve Müslüman idarecilerin hükümdarlığı altında yaşayan Hristiyanlar odağında müspet bir seyir izlediği söylenebilir. Ancak Haçlı Seferleri ile başlayan süreçte İslam, Batı’da kılıçla yayılan ve korku duyulan bir din olarak kabul edilmiştir. Öte yandan Haçlı Seferleri, oryantalizm çalışmaları, 11 Eylül sonrası Batı’da artan İslamofobi ve Siyonizm gibi etmenler Müslümanların Batı medeniye-tine olan bakış açılarını etkilemiştir.
Müslüman-Hristiyan ilişkilerinde önemli bir alan da Protestan Hristiyanları tarihidir. Bu doğrul-tuda elinizdeki makalede bir Protestan mezhebi olan Anabaptistlerin erken dönemde Müslüman Türklere karşı yaklaşımları ve modern dönemde Şii ve Sünni Müslümanlarla olan ilişkileri değer-lendirilmiştir. Makalede Mennonit ve Anabaptist isimlerinin birbirlerinin yerine kullanıldığını ancak esasında Anabaptistlerin daha kapsayıcı bir isim olduğunu ifade etmeliyiz.
Protestanlık temelde Kitâb-ı Mukaddes’e dayalı akide ve ritüelleri kabul etmekte ve Papalığın dini otoritesini eleştirerek herkesin din adamı olmasını benimsemektedir. Yunanca “yeniden vaftiz etmek” (ἀναβαπτισμός) anlamına gelen Anabaptizm ise zamanla Protestanlıktan ayrılarak ba-ğımsız bir kilise olmuştur. Anabaptistler, Papalık ve diğer Roma Katolik liderlerinin otoritesini reddetme ve dini alanda sadece Kutsal Kitabın geçerli olduğunu savunma noktasında Luther gibi düşünmektedir. Ancak bazı noktalarda onunla ayrışmışlardır. Örneğin Anabaptistlerin ilk lideri olarak kabul edilen Andreas Karlstadt (ö. 1541) dinsel yemin etmeyi reddetmiş, ekmek-şarap sakramentinin sadece Hz. İsa’nın çarmıhtaki anlarını hatırlamak için bir sembol olduğunu savun-muş ve Hz. İsa’ya inanan bütün insanların birbirine eşit olacağı düşüncesiyle Luther’e doktor unvanı ile hitap etmeyi yasaklamıştır. Ayrıca Anabaptistler, siyaset ile Hz. İsa’nın öğretilerinin aynı çizgide olmamasından dolayı kilise ve devlet işlerinin ayrılması gerektiğini belirtmiş ve diğer insanlara karşı da tıpkı Hz. İsa gibi barışsever olmayı savunmuşlardır. Anabaptistleri diğer Protes-tan gruplarından ayıran en önemli farklılık ise onların bebek vaftizini kabul etmeyip yetişkin vaftizini kabul etmeleridir. Anabaptistler bu farklıklarından dolayı hem Protestan hem de Katolik Kilisesi tarafından baskıya maruz kalmışlardır. Anabaptistlerin önemli liderlerinden birisi olan Thomas Müntzer (1489-1525) başta olmak üzere birçok Anabaptist, Köylü Savaşları (1524-1525) sırasında infaz edilmiştir.
Anabaptistlerin Müslümanlarla ilişkilerinde en dikkat çeken nokta, onların Türklere karşı savaş-mayı reddetmeleridir. Anabaptistlerin ilk liderlerinden birisi olan Michael Sattler’in (1490-1527), 1527 yılında yargılanma nedeni Türklere karşı savaşmayı reddetmesidir. Anabaptistlerin Türklere karşı silah kullanmadıkları diğer örnekler Mohaç Meydan Savaşı (1526) ve I. Viyana Kuşatması (1529)'dır. Osmanlıların o dönemde Avusturya sınırları içinde kalan (günümüzde Çek Cumhuriye-ti) Moravya bölgesine gelmeleri üzerine, bölgede yaşayan bir Anabaptist grup olan Hutteritler imkânları olsa da Türklere karşı direnmeyeceklerini belirtmişlerdir.
Kanaatimizce Anabaptistlere gösterilen tepkinin esas nedeni, onların Türklere karşı silah kullan-mamalarıdır. Zira bebek vaftizine karşı çıkmak teolojik bir ayrılığı ifade etmekte iken Luther gibi bir reformcunun bile destek verdiği Türklere karşı birleşmek fikrine karşı çıkmak kiliseye karşı siyasi bir başkaldırıyı ifade etmekteydi. Dolayısıyla Anabaptistler, yaşadıkları ülkelerin kendilerini savunma politikalarına karşı gelen hainler olarak kabul edilmiştir.
Anabaptistler kendi dindaşları tarafından gördükleri baskılar sonucu Ukrayna, Orta Asya ve Rusya gibi bölgelere göç etmişlerdir. Anabaptistlerin 1880’li yıllardan itibaren Rusya ve Orta Asya’ya doğru göç ettikleri bilinmektedir. Osmanlı arşivlerinde bazı Anabaptistlerin Tuna bölgesinden Rusya’ya geçtikleri bilgisi de bu durumu kanıtlamaktadır. Günümüzde de Hive bölgesinde yaşayan Mennonitler’in buradaki hatıralarını canlı tutmak için çeşitli sergiler ve organizasyonlar yapmala-rı dikkat çekmektedir.
Anabaptistler, Evanjelistlerin şiddete ve önyargılara dayalı politikalarını benimsemediklerini ve sorunun çözümü için Müslümanlarla karşılıklı iletişime geçmenin gerekli olduğuna inanmakta-dırlar. 2005 yılında yapılan Anabaptist-Müslüman Sempozyumu’nun tanıtım yazısında, 11 Eylül olaylarından sonra başlayan İslam karşıtı söylemlerin her iki din arasındaki iletişimi engellediği ve Amerikan hegemonyası ve katı ulusal politikaların Hristiyanlığı temsil etmediği vurgulanmakta-dır. Anabaptistlerin Evanjelist politikaları eleştirdiği ve Müslümanlara karşı daha hoşgörülü oldukları görülse de bu durum Anabaptistlerin misyonerlik hedeflerinden vazgeçtikleri anlamına gelmemektedir. Zira Anabaptistlerin farklı İslam ülkelerinde yaptıkları faaliyetler dikkat çekmek-tedir. Örneğin Endonezya ve Afrika’nın farklı yerlerinde eğitim, tarım araştırmaları ve teknoloji konusunda Müslümanlarla çalıştıkları bilinmektedir.
Anabaptistler ve Müslümanlar arasındaki diyalog çabalarının daha çok Amerika, Kanada ve İran kaynaklı olduğu söylenebilir. Anabaptistlerin Türkiye üzerindeki faaliyetlerini ise Rosedale Menno-nite Missions adlı bir cemiyet üstlenmiştir. Anabaptistler ve Müslümanlar arasındaki temaslarda kurumlar arası çalışmalarla dikkat çeken iki grup İran Şiileri ile Amerika ve Kanada Mennonitle-ri’dir. Bu ilişkiler 1990 yılında İran’ın Manjil–Rudbar kentinde meydana gelen deprem sonrası bölgeye gelen dört Mennonite Central Committee (MCC) üyesinin ziyaretleri sonrasında başlamıştır. Daha sonra bu ilişkiler İmam Humeyni Eğitim ve Araştırma Enstitüsü’nün Toronto’ya gitmesi ve Kuzey Amerikan Mennonit öğrencilerinin de Kum şehrine gelmesi ile sürmüştür. İran Şiileri ve Kanada Mennonitleri arasındaki ilişkiler günümüze kadar bir silsile halinde devam eden sempoz-yumlarla sürmektedir. Anabaptistlerin Müslümanlarla diyalog kurmaya devam ettiklerini ancak bu temasların dinler arası diyaloğun problemli noktalarına benzer hususlar taşıdığını düşünmek-teyiz. Hristiyanlık öğretileri ile İslam arasında benzerlikler olduğu bir gerçektir ancak Anabaptist-lerin her iki geleneğin aynı kaynaktan beslendiğini ve ortak nokta olan Hz. İsa’da buluşmak koşu-luyla bir diyalog kurulacağını ifade etmeleri problemlidir. Ayrıca Anabaptistlerin her iki din arasında bir diyalog kurma ideali içerisinde bazı bilgileri çarpıtması ve kavramların anlamlarını silikleştirmesi de göze çarpmaktadır. 2005 yılında Anabaptist- Müslüman Konferansı’nın bildiriler kitabının ilk tebliğinde “İslam ve İncil’de Tanrı’nın Krallığı” (The Kingdom of God in Islam and the Gospel) gibi bir başlığın seçilmesi bu düşüncemizi doğrulamaktadır. Aynı şekilde İslam’daki sünnet inancı ile İncil’de belirtilen yaşam tarzının benzer olduğunun vurgulanması da başka bir problemdir. Şüphesiz bu benzerlik kurma çabası dinlerin kendilerine ait terminolojilerin ve anlam dünyasının kaybolması tehlikesini barındırmaktadır. Anabaptistler İslam ile iletişim halinde olmaları, İslamofobiye karşı durmaları, Evanjelizme mesafeli oluşları ve Suriyeli göçmenlere yardımcı olmaları takdir edilse bile dinler arası diyalog kapsamında dinleri bir bütün haline ge-tirmeleri onların halis niyetlere sahip oldukları noktasında tereddütler oluşmasına sebep olmak-tadır.