In Ottoman political thought, the power developed an intertwined dualist caliph-sultan identity in the classical era of the empire, and placed himself in an extremely solid and absolute position over both the factual and religious connotations coming from this identity. Although he encountered some military or religious-social revolts from time to time in the center or the periphery, his existence on the throne was fixed with life, when the changes in the throne caused by the intra-dynastic struggles were excluded. However, in the period between the end of the 16th century and the beginning of the 17th century, there were a series of developments that adversely affected this situation. The first of these was the emergence of a new appearance of power, which, unlike the establishment and rise periods, delegated his powers to the members of the palace household and did not lead the expeditions. Another parallel development was the emergence of powerful families around the palace, who established kinship ties with the dynasty through marriage. While these transformations were already pacifying the power to a certain extent, the abandonment of the procedure of sending the princes to the sanjak, which later emerged, further increased this effect. Because the cage system, which developed due to the abandonment of the sanjak procedure, both deprived the power from the political and administrative experience he would gain before ascending the throne, and jeopardized his position on the throne by having an ever-ready alternative in the palace. All these developments dragged the power into a in a way passive area by eroding the perception of absolute authority in the classical age. This, before the first quarter of the 17th century was completed, prepared the ground for the emergence of a new situation, a subject other than tradition, regarding the existence of the power on the throne, during the violent reactions caused by the economic problems in the center of the empire and the bureaucratic struggles for success around the palace; non-dynastic power groups, which generally, until a century ago, purposed to gain some concessions in their favor and demanded the dismissal or being executedof bureaucrat or bureaucrats, began to target the power himself if being encountered resistance in the 17th century and the coup was born as a new form of change of throne in the Ottoman Empire. In the new conditions created by the changes in internal dynamics, it was possible to bring the power, whose inaccessible and inviolable position had been shaken, out of the sheltered circle offered by the identity of the caliph-sultan, by bringing together the elements and tools corresponding to his factual and religious dimensions on the opposing front. Undoubtedly, the most important actors and stakeholders at this point were the military element and the ulema, those can be seen as the most effective organs of the power's domination in the natural functioning. This new situation, which was observed simultaneously with the deterioration of the classical state system, continued to be repeated in the following centuries, and the coup phenomenon, with its continuity, became an important part of the empire's political history, and sometimes even one of the turning points. Equivalent to the same importance, at the beginning of this process, a coup practice was formed, which sustained its existence until the last period of the empire, and which was followed even in the centuries when Ottoman political thought was changing and transforming. This study was written in order to analyze the aforementioned tradition in terms of form and content and to shed light on its formation in the historical process. As a result, it was seen that the relevant tradition was gradually shaped around the dualist identity of power in terms of form and content, with its concepts, facts, tools and functioning, in the coups of the first half of the 17th century.
Osmanlı siyasi düşüncesinde iktidar, imparatorluğun klasik çağında, birbiriyle iç içe geçmiş düalist bir halife-sultan kimliği geliştirmiş ve kendisini, bu kimlikten gelen hem fiilî hem de dinî çağrışım üzerinden son derece muhkem ve mutlak bir konumda yerleştirmişti. Her ne kadar zaman zaman merkez ya da çevrede baş gösteren birtakım askerî veya dinî-sosyal isyanlarla karşılaşmışsa da, hanedan içi mücadelelerden kaynaklı taht değişiklikleri dışarda tutulduğunda, tahttaki varlığı kaydıhayat ile sabit olmuştur. Ancak 16. yüzyılın sonları ile 17. yüzyılın başlarını kapsayan dönemde bu durumu aleyhte etkileyecek bir dizi gelişmeler yaşandı. Bunların ilki, kuruluş ve yükseliş devirlerindekinin aksine, yetkilerini saray hane halkına devreden ve seferlere öncülük etmeyen yeni bir iktidar görünümünün ortaya çıkışıydı. Buna paralel diğer bir gelişme ise, saray çevresinde, evlilik yoluyla hanedanla akrabalık bağı kuran güçlü ailelerin belirmeye başlaması oldu. Bu dönüşümler iktidarı zaten bir dereceye kadar pasifleştirmekteyken, daha sonra kendini gösteren, şehzadelerin sancağa çıkarılması usulünün terki, bu etkiyi daha da artırdı. Zira sancak usulünün terkine bağlı olarak gelişen kafes sistemi, hem iktidarı taht öncesi kazanacağı siyasi ve idari tecrübeden mahrum bırakıyor hem de taht için sarayda her daim hazır bir alternatif bulundurmakla onun tahttaki kaydıhayat konumunu tehlikeye düşürüyordu. Tüm bu gelişmeler, klasik çağdaki mutlak otorite algısını yıpratarak, iktidarı bir nevi edilgen bir alana sürükledi. Bu da, 17. yüzyılın ilk çeyreği henüz tamamlanmadan, kendini çok daha açık biçimde hissettiren iktisadi problemlerin imparatorluk merkezinde sebep olduğu şiddetli tepkiler ve saray çevresindeki bürokratik ikbal mücadeleleri sırasında, iktidarın tahttaki varlığına dair yeni bir durumun, geleneğin dışında başka bir öznenin ortaya çıkışının zeminini hazırladı; bir asır öncesine kadar isyanlarda genellikle kendi lehine bazı tavizler gözeten, iktidardan bürokrat ya da bürokratlarının azlini veya izalesini talep eden hanedan dışı güç odakları, 17. yüzyılda dirençle karşılaştığı takdirde artık bizzat iktidarın kendisini de hedef almaya başladı ve darbe, Osmanlı’da taht değişikliğinin yeni bir biçimi olarak doğdu. İç dinamiklerdeki değişimlerin yarattığı yeni koşullarda, ulaşılmaz ve dokunulmaz konumu sarsılmış iktidarı halife-sultan kimliğinin sunduğu korunaklı dairenin dışına çıkarabilmek, onun fiilî ve dinî boyutlarına denk düşen unsurların ve araçların muhalif cephede bir araya gelmesiyle mümkün oldu. Hiç şüphesiz bu noktadaki en önemli aktör ve paydaşlar ise, doğal işleyişte iktidarın en etkin tahakküm uzuvları olarak görülebilecek olan askerî unsur ve ulema idi. Klasik devlet sistemindeki bozulmayla eş zamanlı olarak müşahede edilen bu yeni durum, sonraki asırlarda da yinelenmesini sürdürdü ve darbe olgusu, gösterdiği devamlılıkla, imparatorluk siyasi tarihinin önemli parçalarından, hatta bazen dönüm noktalarından biri haline geldi. Aynı öneme denk olarak, bu sürecin başlarında, varlığını imparatorluğun son dönemine dek sürdüren, Osmanlı siyasi düşüncesinin değiştiği ve dönüştüğü asırlarda dahi riayet edilen bir darbe teamülü oluştu. İşte bu çalışma, sözü edilen teamülün biçim ve içerik açısından analiz edilmesi ve tarihsel süreçteki oluşumuna ışık tutulması amacıyla kaleme alındı. Sonuç olarak ilgili teamülün, biçim ve içerik açısından, kavramları, olguları, araçları ve işleyişiyle iktidarın düalist kimliği etrafında, 17. yüzyılın ilk yarısındaki darbelerde tedricen şekillendiği görüldü.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Early Pub Date | January 16, 2023 |
Publication Date | January 20, 2023 |
Submission Date | October 5, 2022 |
Published in Issue | Year 2023 Volume: 5 Issue: 9 |