Kelime olarak engelleme, koruma, himâye etme, kötülüğü savma anlamlarına gelen ismet; peygamberlerin gerek sözlerinde gerekse davranışlarında konumlarına uymayan hatadan korunmuş olmalarıdır. Peygamberlerin günah işlemekten ve hata yapmaktan korunduğu, bu konuda onların ilâhî kontrol mekanizmasıyla muhafaza edilip kendilerine yardımda bulunulduğu ve bu sıfatın sadece peygamberlere tahsis edildiği bilinmektedir. İslâm Dini’nin temellerinin atıldığı ilk dönemlerde, Mekke ve Medine’de kaynağı ilâhî olan ancak tahrife uğramış iki dinin var olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bunlardan biri Tevrat’ı esas alan Yahudilik, diğeri ise İncil’i temel alan Hıristiyanlıktır. Tevrat nasları, sıradan bir ferdin bile işleyemeyeceği birçok menfî davranışları ve eksiklikleri rahatlıkla peygamberlerle bağdaştırmaktadır. İncil naslarında ise zaman zaman peygamberler bulundukları statüden çok öte insanüstü kutsal bir varlık olarak telakki edilmekte, bazen de bayağı bir insandan daha aşağı bir halde görülmektedir. Her iki dinin de kutsal saydıkları kitaplarında peygamberlerin ismet sıfatı farklı şekillerde algılanmaktadır.
Kitâb-ı Mukaddes’e dikkat edildiğinde peygamberlerin korunmuşluklarını gözardı eden birçok nassa rastlamak mümkündür. Zira Ehl-i kitap olarak adlandırılan Yahudi ve Hıristiyanların kutsal olarak kabul ettikleri bu metinlerin zahirine bakıldığında peygamberlerin mümtaz şahsiyetleriyle bir arada bulunması mümkün olmayan bilcümle menfî yakıştırmaların rahatlıkla Allah elçilerine nispet edildiği görülmektedir. Peygamberlerin Allah (c.c.) tarafından seçilmiş insanlar olduğu öğretisi çiğnenip onların “mâsumiyeti” (günahlardan korunmuşluğu) yok sayılmıştır. Günah işleme konusunda peygamberlerin diğer insanlardan farklı olmadığı akîdesinin kabullenildiği Kitâb-ı Mukaddes metinlerinde peygamberlerin sergiledikleri aykırılıklar gayet normal olaylar olarak aktarıldığı gibi peygamberlerle ilintilenen sözü edilen bu zaaf ve eksiklikler ahlakî açıdan da tenkit edilmemiştir. Peygamberleri basit bir insan pozisyonuna indirgeyen Ehl-i kitap, Kur’ân-ı Kerim tarafından birçok kere kesin ve net bir şekilde eleştirilmiştir. Bu noktada Kur’ân-Kerim, Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kabul ettikleri metinlerinde peygamberlerin masumiyeti ile ilgili bakış açılarından kesin bir şekilde ayrışmıştır. Kur’ân’da peygamberler için beyan edilen berrak ve nezih vasıflandırmalar ile Tevrat ve İncil metinlerinin lafzî manaları itibariyle ortaya çıkan Allah elçileri ile ilgili ahlâka mugayir bir konseptte yapılan tasvirler mukayese edildiğinde bu iki tavsif arasındaki büyük ve dikkate değer fark bâriz bir şekilde görülecektir. Öte yandan Kitâb-ı Mukaddes’e Hırıstiyan ve Yahudi kaynaklı tefsirlerde yer yer yapılan karşıt yorumlar ve tenkitler, ayrıca sözü edilen bu kitapta birbiriyle çelişir nitelikteki ifadeler Kitâb-ı Mukaddes’e insan eli değdiği hakikatini de apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kur’ân-ı Kerim peygamberlerin ismetini Tevrat ve İncil naslarından çok daha farklı bir çerçevede ele almaktadır. Kur’an’da öncelikle Allah elçilerinin de sâir insanlar gibi beşer oldukları gerçeği üzerinde durulmuş; aynı zamanda kendi tebliğ ettikleri şeylerden de mesul oldukları dile getirilerek, Allah’ın (c.c.) onlara hidâyet ihsan edip peygamberlik görevi tevdi ettiği aktarılmıştır. Bunun yanında Kur’an ısrarla peygamberlerin “beşer olma” vasfının tabii neticesi olarak onlardan bazen yanılma ve unutma sonucu hataların sâdır olabildiği gerçeğini de gözardı etmemiştir. Kur’an, kitap ehlinin peygamberler hakkındaki menfur algılarını kâle almadan tevhid ve hidâyet edici özelliği ile davranış mükemmelliklerinin menbaı olan bu güzîde elçileri müteaddid defalar medhüsena ile anmıştır. Bu bağlamda Kur’an’ın bakış açısıyla örtüştüremediğimiz Yahudi ve Hıristiyanların muharref kitaplarında dile getirilen nasların makuliyetinin söz konusu olmadığı gibi kabul edilebilirlikten de uzak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu çalışmada ismet sıfatının Tevrat ve İncil metinlerindeki kapsamı aynı zamanda Kur’an naslarıyla olan belirgin farklılıkları ele alınıp değerlendirmeler yapılacaktır.
Literally meaning protection, obstruction, guarding and avoiding fallacy, infallibility refers to divine protection of prophets from mistakes in their words or acts. It is a well-known fact that prophets are secured against sins and errors, protected through a divine mechanism and aided when necessary. This is a feature unique to prophets. In early periods of Islam, everyone knew of two religion which were based on divine sources but distorted. These were Judaism basing on the Torah and Christianity relying on the Bible. The narratives in the Torah accommodate many bad behaviours and simple mistakes to prophets. In the Bible, however, prophets are introduced as unearthly holy creatures while they are sometimes described as vulgar people, having a lower status than an ordinary man. In both religions’ sacred books, infallibility is perceived in a different way.
Examining holy books, it is seen that there are some narratives that ignore protected status of prophets. When the content of the books deemed as sacred by Jews and Christians, also called as People of the Book, is studied, it is understood that many bad attitudes, which cannot be attributed to privileged personalities of prophets, are associated with the messengers of the God. Ignoring the fact that prophets are chosen people by Allah, they deny their “incorruptible innocence” (immunity from sin). Accepting that prophets are no different from other men in committing sins, the texts of Holy Books narrate that conflicting acts of prophets are quite normal and these acts should not be morally criticized. As they degrade prophets to a simple man, people of the Book are mostly criticized by the Holy Qur’an. In this respect, the Holy Qur’an differs from other holy books of Jews and Christians in its handling prophets’ incorruptible innocence. When clear and decent adjectives attributed to prophets in the Qur’an are contrasted with immoral descriptions of the God’s messengers in the texts of the Torah and the Bible, a huge and remarkable difference is clearly noticed. On the other hand, conflicting Christian and Jewish comments on these holy books and contrasting content of these books clearly illustrate that the books are intervened by humans.
The Holy Qur’an examines infallibility in a very different way when compared to narratives in the Torah and the Bible. The Qur’an first emphasizes that Allah’s messengers are humans like other men, who are responsible for doing same acts as they teach. It also states that Allah entrust them prophethood after blessing them the true path. In addition, as the Qur’an constantly dictates that prophets are human, it does not ignore the fact that they can naturally make mistakes due to fallacy or forgetting. Denying reprehensible perceptions of people of the Book, the Qur’an mostly commemorates these unique messengers, who are the sources of perfect behaviours, with praise and glory. Consequently, it can be argued that narratives in distorted books of Christian and Jews, which conflict with the Qur’an’s perspective, are not reasonable and far from being accepted.
In these contexts, this study examines the scope of infallibility in the Torah and the Bible, compares it with the narratives in the Qur’an and reveals clear differences between these holy sources.
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Konular | Din Araştırmaları |
Bölüm | Araştırma Makaleleri |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 15 Haziran 2021 |
Gönderilme Tarihi | 8 Şubat 2021 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2021 Sayı: 45 |