The schools of Islamic jurisprudence, which we can define in modern terms as systematic legal doctrines, are structures that naturally emerged over time as a result of the search for consistency and principled reasoning required by law. These schools are typically classified into two categories—ahl al-ra’y (those favoring rational opinion) and ahl al-hadith (those favoring tradition)—based on their methods of interpreting the sacred texts. Although the Mālikî school is categorized by Ibn Khaldun (d. 808/1406) within the ahl al-hadith tradition, it leans closer to the ahl al-ra’y compared to the Shafi'i and Hanbali schools. However, such classifications, whether pertaining to schools or individuals, are artificial constructs that, beyond providing a general idea, fall short in accurately representing the actual circumstances. Within the framework of the hadith-ra’y classification, even jurists belonging to the same school may have different approaches to understanding and interpreting the texts, leading to methodological divergences on secondary issues. Some jurists, out of deep respect for their founding imams, a strong commitment to not damaging the systematic structure of their school, or other reasons, interpret the texts within the framework of the general accepted principles of their school. Others, however, prioritize preserving the literal meanings of the texts, even at the cost of exceeding doctrinal boundaries. The differences in opinion on specific issues between Mālikî jurists al-Qarāfî (d. 684/1285) and al-Bakkūrî (d. 707/1308), who had a mentor-student relationship, serve as a good example of this interpretive and methodological diversity. Muḥammad ibn Ibrāhîm al-Bakkūrî, after receiving his initial education in al-Andalus, traveled to Morocco to continue his scholarly pursuits and had the opportunity to meet Shihāb al-Dīn al-Qarāfî in Egypt during a pilgrimage journey. Little information is available about al-Bakkūrī in biographical sources, where he is generally recognized as a student of al-Qarāfî. His only surviving work is the Tartîb al-Furūq, a commentary on his teacher's al-Furūq. In this work, al-Bakkūrî presents himself not just as a traditional Mālikî jurist but as a muḥaddith (scholar of hadith) influenced by the ahl al-hadith school. Although he had no issues with his school affiliation, when the literal meanings of hadiths conflicted with the school’s views, he did not hesitate to step outside doctrinal boundaries, finding the interpretations made by Mālikî jurists to reconcile hadiths with their school’s views unconvincing. On occasion, he even debated with Imam Mālik (d. 179/795), the founder of his own school.
This article is grounded on my master thesis titled “Muhammed b. İbrâhim al-Baqquri’s Understanding of Usul in the Context of His Work Tertibu’l-Furuk” (Master Thesis, Ankara Sosyal Bilimler University, Ankara/Türkiye, 2021).
Günümüz tabiriyle sistematik bir hukuk doktrini şeklinde tanımlayabileceğimiz fıkıh mezhepleri, hukukun gerektirdiği tutarlılık ve ilkesellik arayışlarının bir sonucu olarak zaman içerisinde tabii olarak ortaya çıkan yapılardır. Nasları yorumlama yöntemleri bakımından genellikle ehl-i re’y ve ehl-i hadis olmak üzere ikili bir tasnife tabi tutulan bu yapılardan Mâlikî mezhebi, İbn Haldûn (ö. 808/1406) tarafından ehl-i hadis kategorisinde konumlandırmış olsa da Şâfiî ve Hanbelî ekolü ile kıyaslandığında ehl-i re’ye daha yakın durmaktadır. Ancak gerek ekoller gerekse şahıslar özelinde yapılan bu tür tasnifler, suni tasnifler olup genel bir fikir vermek dışında vakıayı ortaya koymada yetersiz kalmaktadır. Hadis-rey tasnifi üzerinden düşünüldüğünde aynı mezhebe mensup olan fakihler dahi nasları anlama ve yorumlama konusunda farklı yaklaşımlara sahip olabilmekte ve tali meselelerde aralarında metodolojik ayrılıklar görülebilmektedir. Nitekim bazıları, kurucu imamlarına olan derin saygılarından dolayı veya mezhebin sistematik dokusunu zedelememeye ve iç tutarlılığı korumaya verdikleri büyük önemden ötürü ya da başka bir sebebe binaen nasları, mezheplerinin genel kabulleri çerçevesinde yorumlarken; bazıları ise doktrin sınırlarını aşma pahasına nasların literal anlamlarını muhafaza etmeyi prensip edinmiştir. Aralarında hoca-talebe ilişkisi de bulunan Mâlikî fukahâsından Karâfî (ö. 684/1285) ve Bekkūrî’nin (ö. 707/1308) tikel meselelerdeki görüş ayrılıkları, bu yorum ve yöntem farklılığına güzel bir örnek teşkil etmektedir. Terâcim kaynaklarında hakkında pek bir bilgi bulunmayan ve genellikle Karâfî’nin talebesi olarak anılan Bekkūrî’nin günümüze ulaşan tek eseri hocasının el-Furûk adlı eseri üzerine kaleme almış olduğu Tertîbü’l-Furûk adlı çalışmasıdır. Bekkūrî bu eserinde geleneksel bir Mâlikî fakihi olmanın ötesinde ehl-i hadis ekolünden etkilenmiş bir muhaddis fakih profili sergilemiştir. Mezhep mensubiyeti ile ilgili bir problemi olmasa da söz konusu hadislerin mezhep görüşü ile tearuz eden literal anlamları olduğunda, doktrin dışına çıkmaktan çekinmemiş ve Mâlikî fukahâsının hadis-mezhep uzlaşmasını sağlamak için yapmış olduğu yorumları ikna edici bulmamıştır. Hatta yeri geldiğinde müntesibi olduğu mezhebin imamı olan İmam Mâlik (ö. 179/795) ile dahi tartışabilmiştir.
Bu çalışma Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi İslami Araştırmalar Enstitüsü’nde 2021 yılında tamamladığımız “Tertîbu’l-Furûk Adlı Eseri Bağlamında Muhammed b. İbrâhim el-Bekkūrî'nin Usul Anlayışı” başlıklı yüksek lisans tezi esas alınarak hazırlanmıştır.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Islamic Law |
Journal Section | Research Articles |
Authors | |
Publication Date | June 30, 2025 |
Submission Date | August 10, 2024 |
Acceptance Date | December 27, 2024 |
Published in Issue | Year 2025 Issue: 45 |