On dokuzuncu yüzyıl sonunda Alman estetikçiler özne ile nesne arasında kurulan özdeşliği tanımlamak için “einfühlung” terimini kullandılar. İnsanın doğada erimesi ya da nesneye girebilmesi anlamına gelen einfühlung’a göre bizim bir iç edimi önce yaşadığımız sonra nesneye yansıttığımız doğru değildir. Nesne ve düşünen özne, ayrılmaz bir bütünde kaynaşırlar. Günümüz sanatında doğaya karşı ortaya çıkan duyarlılıklar einfühlung’un önemini yeniden gündeme getirmektedir. Bugün “Batı kimlikli” kültür dünyasının doğaya araçsal yaklaşımı ile öznenin nesne ile kurduğu empatik türden yaklaşım olan einfühlung arasındaki ayrım daha fazla zıtlaşmaktadır. Ekolojik problemleri ve sanatı var eden kültürün düşün yapısı ortak olduğuna göre sanatın tarihini de düşün yapılarındaki fark olarak iki kategoriye ayırabiliriz: bir yanda doğanın (nesnenin) araçsallaştırılması, diğer yanda onda, onunla var olma etiği yer alır. Einfühlung kavramının içini dolduran önemli bir sanatçı olarak Vincent van Gogh’un (1853- 1890) çalışması Batılı tahakkümcü bakış açısının bir reddidir. Onun doğa manzaralarına indirgenemeyecek yoğunluktaki ortaklığı nesne-özne ayrımının silindiği deneyimlerdir.1960 sonrası Çevresel Sanat üretimlerinde nesne-merkezci bakış açısı tekrar gündeme gelmiştir. Doğada ilerleyerek süreç içerisinde ve doğaya en az müdahale ile gerçekleştirilen çalışmalar sezgisel bilgi alanına girerek dünyanın bugün ihtiyacı olan özgeci, empatik, saygılı, özen ahlakını yeniden kurar.
Estetik Özdeşleyim Aşkınlık Manzara Resmi Vincent Van Gogh Doğa Sanatı
German aestheticians identified the term "einfühlung" to describe the identity established between the subject and the object at the end of the Nineteenth Century. Einfühlung implies people can be a part of nature or an object without reflecting their experiences towards them. This makes the object and the subject (imaginer/thinker) merge inextricably. Art only takes place with the conditioning of the artist therefore there is no correct formula to interpret art. For example, the distinction between an empathic object-subject approach such as “einfühlung” and the self-centered approach are in apparent contradiction. This observational differences are as vivid as the lives we are living in an industrial society versus a dream life in countryside. Since identifying ecological problems and creating art are the products of a parallel mind-set we can divide the history of art in a categories: First one being instrumentalization of nature, and second one being a part of it. Vincent van Gogh (1853-1890) fulfills the concept of Einfühlung as he reflects a viewpoint of rejection of the Western domination. His partnership with nature and associated landscapes cannot be reduced to a simple object-subject relationship. After 1960, object-centric point of view, in the production of environmental arts, has become a trend. The importance has shifted from interventional art through nature towards intuitive art using nature.
Vincent van Gogh Aesthetic einfühlung trancendentalism landscapes Vincent van Gogh ecology Natural Art
Birincil Dil | Türkçe |
---|---|
Bölüm | Derleme |
Yazarlar | |
Yayımlanma Tarihi | 29 Aralık 2018 |
Gönderilme Tarihi | 12 Eylül 2018 |
Kabul Tarihi | 26 Ekim 2018 |
Yayımlandığı Sayı | Yıl 2018 Cilt: 4 Sayı: 2 |
Uluslararası Kültürel ve Sosyal Araştırmalar Dergisi