There have been numerous endeavors to date the green thought. As the environmental
problems have begun to be apparent in the aftermath of the second world war, the year of
1952, a traumatic incident is noted where more than four thousand people have died due to air
pollution in London, while in 1970, Rome Club have initiated within the Project of
Predicament of Mankind in collaboration with Massachusetts Institute of Technology (MIT),
in which zero growth thesis put forward in its famed report. Both the former and the latter
ignited environmental awareness and regarded as the point of origins for the green thought.
Regardless of where it begins from, ecological movements have mainly followed the paths of
two movements of thought and tried to develop their paradigms on the basis of these two
main thoughts. The environmentalists that named as socialist or Marxist asserts that only
through a radical transformation where capitalist way of production is abandoned, the
prevention of environmental degradation could be achieved. Whereas the environmentalists
who follow the capitalist paradigm believed the protection of environment could be achieved
by means of the sustainability in terms of natural resource pool and waste-disposal practices.
If we look closely, both of these two movements of thought are anthropocentric. An
alternative ecological movement of thought has proposed in 1973 by Norwegian philosopher,
Arne Naess, in his work named, “The Shallow and the Deep, Long-Range Ecology
Movement: A Summary”. This Deep Ecology approach moves through the commitment to
the inner value of the nature aside from mankind and by this way, differs from
anthropocentric approaches.
Within forty two years, Deep Ecology has led various discussions. The themes as “ecosophy”
which has proposed to define itself and the “bio-regions” conception which put forward to
actualize its philosophy could be counted among the reference points of the discussions.
Besides, its conceptional and intellectual mosaic has led to critics targeting its “potpourrilike”
nature. This stems from the influences on the Deep Ecology from Christianity,
Heidggerian philosophy, Taoism, Buddhism to the beliefs of hunters and gatherers and
Western metaphysics. The traces of Injun culture, European romanticism and Spinoza could
also be chased.
This study aims to evaluate Deep Ecology in general while briefly touches upon the critics in
particular. In this framework, it discusses whether it is possible to reach a “grounded”
ecological movement of thought through Deep Ecology or not. By doing this, how the balance
between the veins of realistic and mystic units of the 21st century environmentalism should
be, forms the main axis of the study.
Yeşil düşüncenin ortaya çıkışına ilişkin bugüne kadar pek çok tarihleme çabası olmuştur. Sorunların gözle görünür hale gelmesiyle çevre sorunlarına ilginin başladığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem, 1952 yılında Londra’da hava kirlenmesine bağlı olarak 4000’den fazla insanın ölmesine sebep olan travmatik hadise ya da 1970 yılında Roma Klübü’nün İnsanlığın İkilemi adlı projesinde kullanmak üzere Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ne (MIT) hazırlattığı ve sıfır büyüme teziyle bütün dünyanın dikkatlerini çeken rapor değişik çalışmalarda hem çevre duyarlılığındaki artışın hem de yeşil düşünce anlayışının başlangıcı olarak dile getirilmektedir. Hangi tarihten başlatılırsa başlasın ekolojik hareket bugüne kadar temel olarak iki ana düşünce akımının temel tezleri üzerinden kendi paradigmalarını geliştirme çabası içinde olmuştur. Sosyalist veya Marksist olarak adlandırılabilecek çevreciler çevre sorunlarının çözümü radikal bir dönüşümle ancak kapitalist üretim biçimi terkedilerek çevre tahribatının önüne geçilebileceğini iddia etmişlerdir. Kapitalist paradigma içinde kalarak çözüm arayan çevreciler ise doğanın kaynak havuzu ve atıkları yok etme açısından sürdürülebilirliğini sağladığımız ölçüde çevreyi koruyabileceğimiz düşüncesindedir. Dikkat edilirse her iki düşünce akımı etrafındaki tartışmalar insan merkezli tartışmalardır. Çevre sorunlarına insan merkezli yaklaşmayan, insan dışındaki doğanın kendi içinde bir değere sahip olduğu fikrinden hareket eden Derin Ekoloji yaklaşımı yukarıda bahsedilen iki temel yolun dışında alternatif bir ekoloji hareketi olarak 1973 yılında Norveç’li filizof Arne Naess’in “The Shallow and the Deep, Long-Range Ecology Movement. A Summary” adlı çalışmasıyla başlamıştır. Aradan geçen 42 yıl içinde, Derin Ekoloji kendini tanımlarken kullandığı “Ekosofi” ya da felsefesini hayata geçirebileceğini iddia ettiği “Biyo bölgeler” çerçevesinde pek çok tartışmanın nirengi noktasını oluşturmuştur. Tartışmalar büyük oranda bu düşünce akımının Hıristiyanlıktan Heidggerci felsefeye, Taoizm, Budizm ve avcı-toplayıcı kabile dinlerinden Batı metafiziğine, Amerikan Kızılderili kültüründen Avrupa romantizmine, Spinoza’dan 1960’ların karşı kültürüne kadar her şeyden bir miktar bulundurmasından, başka bir deyişle bir “potpori”yi andıran kavramsal ve düşünsel mozaik temelinde yükselmesi üzerinden yapılmaktadır. Bu çalışma Derin Ekolojiye yönelik tartışmaların kısa bir özeti üzerinden genel bir Derin Ekoloji değerlendirmesi yapma amacındadır. Bu çerçevede “ayakları yere basan” bir ekolojik hareketin Derin Ekoloji üzerinden tanımlanıp tanımlanamayacağı ile 21. Yüzyıl çevreciliğinin ne kadar mistik ne kadar reel öğelere dayanması gerekliliği tartışmanın ana ekseninin oluşturmaktadır
Primary Language | English |
---|---|
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | July 31, 2015 |
Published in Issue | Year 2015 Volume 3 (Special Issue 1) |