When the existence of God and his relationship with man come to the fore, every human being, whether he accepts his existence or not, has the desire to connect with God in some way, if there is and if possible, and to communicate with Him. Because, by nature, Humans have an irresistible sense of wonder about things that they know but have not seen or think they can exist. However, divine religions explain that in the worldly life, God communicates only through revelation and prophecy or only with selected people, and that he communicates his orders and prohibitions, desires and pleasures regarding the whole universe and humanity only in this way. It is obvious that such a relationship will no longer be possible in the world after the last Prophet once again and finally preached Islam as the true religion. Then, has God completely cut off all contact with humans, or does God have a one-to-one and different relationship with every human individual since the beginning of humanity, independently of revelation and prophecy, or does humanity have such an opportunity and ability? If God does not have contact with people individually, how and in what way does the test of human beings and their relationship with God take place? In the history of thought, the concept of conscience has generally been brought to the fore in the solution of the aforementioned and notable questions and problems, and it has been thought that it is a place that reveals the voice, messages and wishes of God in man by undertaking the functions of conscience. In this respect, in the religious-philosophical tradition and in the literature in the field of psychology, conscience has been considered as an internal parameter that is believed to exist in human beings from the moment they are born and helps to distinguish good from bad, as an abstract concept that can change and can be developed from person to person, and it has been stated that conscience is in the position of a guiding guide for human beings. Similar to the characteristics attributed to conscience, in other words, to the inner voice of the human being, the scholars of Kalam stated that there are internal stimuli called “Thoughts into heart” (Havātır) in the heart of the human, and they described “these thoughts into heart” (hatır) as good and bad and went to analyze them in depth. In this article, the problem is going to be examined by considering the functions of conscience and the meanings attributed to the concept of “Thoughts into heart” (Havātır) by theologians.
Tanrı’nın varlığı ve insanla ilişkisi gündeme geldiğinde O’nun varlığını kabul etsin veya etmesin her insan şayet varsa ve mümkünse bir şekilde Tanrı ile bağ kurma, O’nunla iletişime geçme arzusunu taşır. Çünkü yapısı gereği insan, varlığını bilip de görmediği ya da var olup olamayacağını düşündüğü şeylere yönelik olarak karşı konulamaz bir merak duygusu besler. Halbuki ilâhî dinler dünya hayatında Tanrı’nın sadece vahiy ve nübüvvet aracılığıyla ya da sadece seçilmiş bazı insanlarla iletişime geçtiğini, tüm evrene ve insanlığa ilişkin emir ve yasaklarını, arzularını ve hoşnutluğunu, reddettiği ve râzı olmadığı hususları yalnızca bu yolla bildirdiğini açıklamaktadır. Son Peygamber’in hak din olan İslâm’ı bir kez daha ve nihaî olarak tebliğ etmesiyle artık dünyada böyle bir ilişkinin de imkân dâhilinde olamayacağı aşikârdır. O halde Tanrı artık insanlarla irtibatını tamamen kesmiş midir ya da vahiy ve nübüvvetten bağımsız olarak Tanrı’nın insanlığın başlangıcından itibaren her bir insan ferdi ile bire bir ve farklı bir ilişkisi de var mıdır veya insanlık böyle bir olanağa ve kabiliyete sahip midir? Tanrı’nın bireysel olarak insanlarla irtibatı yoksa insanoğlunun imtihanı ve Tanrı ile ilişkisi nasıl ve ne şekilde gerçekleşmektedir? İnsanın özgür tabiatını gerçekleştirmesi mümkün olabilmekte midir? Bu türden mezkûr ve mevhum soru ve sorunların çözümünde düşünce tarihinde genelde vicdan kavramı ön plana çıkarılmış, vicdanın fonksiyonları tâdât edilerek onun insanda Tanrı’nın sesini, mesaj ve isteklerini açığa çıkaran bir mahal olduğu düşünülmüştür. Bu yönüyle dinî-felsefî gelenekte ve psikoloji alanındaki literatürde vicdan, insanda doğduğu andan itibaren var olduğuna inanılan ve kişide iyiyi kötüden ayırt etmeye yarayan içsel bir parametre, kişiden kişiye değişen ve geliştirilebilir soyut bir kavram olarak değerlendirilmiş ve vicdanın insanoğlu için yol gösterici bir rehber, ders veren bir öğretmen konumunda bulunduğu ifade edilmiştir. Vicdana, vicdanın, bir başka deyişle insanın iç sesine isnat edilen hususiyetlere benzer şekilde Kelâm âlimleri insanın kalbinde “havâtır” diye isimlendirilen içsel uyarıcıların bulunduğunu belirtmişlerdir. Kelamcılar iç uyarıcı diye adlandırdıkları hâtırları iyi ve kötü diye nitelendirerek derinlemesine tahlil etme cihetine gitmişlerdir. Bu makale Tanrı’nın sesi olarak nitelenen vicdan kavramını göz önünde bulundurarak, mütekellimlerin bu kavramın anlam alanına girecek şekilde ele aldıkları ve hakikate ulaşmanın muharrik gücü olarak tarif ettikleri havâtır mefhumu üzerinden bir araştırma yapmayı hedeflemektedir.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Subjects | Religious Studies |
Journal Section | Articles |
Authors | |
Publication Date | December 30, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 |