Kâbil büyük bir şehir değildi; gerçekte böyle bir potansiyeli barındırmış olsa da hiçbir zaman diğer şehirler kadar büyüyemedi. Etrafı dağlarla çevrili yüksekliği 1800 metreyi bulan bir platonun üzerinde kurulmuş olan Kâbil, Hayber geçidinden Hindistan’a ulaşan, Hindukuş dağlarının yüksek geçitleri üzerinden İpek yolunu geçerek Orta Asya taraflarından gelen ve Gazne’den Horasan’a, Mâverâünnehir ve İran’a doğru çıkan yolların kesiştiği bölgede yer almaktaydı. Bu konumuyla bir ordu merkezi gibi olmasından dolayı burası önemli bir pazar ve geçiş yolu özelliği de kazanmıştır. Bu bölgelerin İslam orduları tarafından fetihleriyle zenginleşmeye başladıkları görülmektedir. 798 yılında İslam topraklarına dahil olmasıyla bölgede yaşayan Şâhî Türkleri Müslümanlara ağır vergiler vermişlerdir. 10. yüzyılda Gaznelilerin bu bölgelerdeki başarılarına karşı hiçbir şehir direnememiştir. Gazneliler Kâbil’e 145 km uzaklıktaki Gazne’yi başkent ilan edince bu süreçteki bütün zenginlikler Gazne’ye akmıştır. Bu durum Gazne’yi o dönemde bölgenin büyük gelişen büyük şehirlerinden birine dönüştürmüştür. Kâbil, kurulduğu tarihten itibaren önemli bir şehir olma özelliğini günümüze kadar devam ettirmiştir. Zaman içerisinde birçok devlet adamını cezbeden Kâbil, birçok defa farklı devletler tarafından fethedilmiş, bu fetihler sırasında bazen tamamen harabe denecek duruma gelmiştir. Cengiz Han’ın işgali sırasında Kâbil yerle bir edilmiştir.
Bâbür kuşkusuz iyi bir komutan ve yönetici idi. Bu özelliklerinin yanında, geride bıraktığı hatıratından dolayı da dikkatleri çekmiştir. Çağatay Türkçesi ile kaleme alınmış olan eserde, seferler, savaşlar, barışlar, yenilgiler gibi birçok konu ele alınmıştır. Bâbür, hatıratında kimi zaman bir ordu başında komutan, kimi zaman annesinin mezarı başında gözyaşı döken bir evlat, kimi zaman ise çocuğu dünyaya geldiğinde bunu eğlencelerle kutlayan bir baba olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatıratında fethettiği yerlerdeki önemli şehirlerin özelliklerini yazmayı da ihmal etmemiştir. Hatta şehirler hakkındaki bu anlatım bazen o kadar ayrıntılarla kaleme alınmıştır ki hatıratın kaynağının sadece Bâbür olmadığı aynı zamanda o dönemde kaleme alınan bir kısım kitapların da kaynak olarak kullanıldığını göstermektedir.
Afganistan’da bir dönem Gazne ve Kâbil iki önemli merkez durumundayken bu durum daha sonraları Kâbil lehine daha çok gelişmiştir. 1504 yılında Bâbür’ün Özbekler tarafından yenilgiye uğraması üzerine Herat’a Hüseyin Baykara’nın yanına gitmek istemiş, Bunun için yaptığı yolculuk sırasında Hindukuş dağlarının yakınlarından geçerken planını değiştirmiş ve Gorband vadisine inmiştir. Kısa ve küçük bir muharebeden sonra Kâbil’i ele geçirmiştir. Eski dönemlerde Kapisa şehri ticaret merkezi olması dolasıyla sürekli istilaya uğramaktaydı. Kâbil şehri Kapisa’nın yerini almış, önemli bir ticaret merkezi haline gelmişti. Orta Asya’dan Hindukuş dağlarını aşarak devam eden ticaret yolları buradan geçtiği gibi, Hindistan’a doğru en önemli askeri yollar da buradan ayrılmaktaydı. Bâbür, Kâbil’i sadece askeri ve ekonomik öneminden dolayı beğenmemiş; havasına ve şehrin etrafındaki güzelliğe olan hayranlığını da dile getirmiştir. Bâbür’ün Kâbil’e karşı duyduğu bu sevgisi hayatının sonuna kadar devam etmiştir. Bâbür, Kâbil’in yaşadığı müddetçe kendisine ait bir yer olduğunu çocuklarına bildirmiştir. Kâbil’e verdiği önemi hatıratında sık sık Kâbil’den bahsetmesinden de anlamaktayız. Vasiyeti üzerine Kâbil’de Şidarvâza yamacında, kendisinin yaptırdığı ve hala kendi ismini taşıyan, Kâbil ahalisi tarafından da sevilen mesirelerden biri olan Bağ-ı Bâbür’ün yukarı bölümüne defnedilmiştir. Kâbil’e karşı duyulan bu istek bütün imparatorluğu müddetince devam etmiş, çoğunlukla şehzadelerden biri sürekli Kâbil’de oturmuştur.
Kabul was not a big city; although it actually harbored such potential, it never grew as much as different cities. Kabul, built on a plateau with a height of 1800 meters surrounded by mountains, was located at the intersection of roads from Central Asia that reached India through the Khybar Pass, crossed the Silk Road through the high passes of The Hindu Kush mountains, and came from Ghazni to Khorasan, Māvarāʾ al-Nahr and Iran. Due to its location as an army center, this place has gained the feature of an important market and a passageway. With the inclusion of Islamic lands in 798, the Shadi Turks living in the region paid heavy taxes to the Muslims. In the 10th century, the city could not resist the successes of the Ghaznavids in these regions. But in this period, the level of welfare began to decline. When the Ghaznavids declared Ghazni, 145 km away from Kabul, the capital, all the wealth in this process flowed to Ghazni. This situation transformed Ghazni into a big metropolis at that time. From the day when the name of Kabul was known, it has continued to be an important city to this day. Kabul, which has attracted many statesmen over time, has been conquered many times by different states. Kabul, which has been in the hands of different states many times until today, has sometimes come to a state that can be called completely ruined during these conquests. During the conquest of Chinggis Khān, Kabul was destroyed.
Bābur was undoubtedly a good commander and administrator. Besides these features, he also attracted attention due to the memory he left behind. The work, which was written in Chagatai Turkish, covered many topics such as expeditions, wars, peace, defeats. In his memoirs, Babur appears as a commander at the head of an army, a son who sheds tears at his mother's grave, and a father who celebrates when his child is born with fun. He also did not neglect to write down in his memoirs the characteristics of important cities in the places he conquered. In fact, this narrative about cities is sometimes written in such detail that it shows that the source of the memory is not only Bābur, but also some books written at that time were used as sources.
While Ghazni and Kabul were two important centers in Afghanistan for a while, this situation later developed in favor of Kabul. In 1504, Bābur was defeated by the Uzbeks. Thereupon, Bābur wanted to go to Ḥusayn Bāyqarā in Herat. For this reason, during his journey, he changed his plan while passing near the Hindu Kush Mountains and descended into the Gorband valley. After a short and small battle, he captured Kabul. In ancient times, Kapisa was constantly invaded by the fact that it was a commercial center. The city of Kabul replaced Kapisa and became an important commercial center. The trade routes that continued from Central Asia past the Hindu Kush mountains passed through here, as well as the most important military routes to India left here. Babur did not like Kabul only because of its military and economic importance; He also expressed his admiration for the weather and the beauty around the city. This love he felt for Kabul continued until the end of his life. He informed his children that Kabul was a place belonged to him as long as he lived. We can understand the importance he gave to Kabul from the fact that he often mentions Kabul in his memoirs. According to his will, he was buried on the Shidarvaza slope in Kabul, in the upper part of Bagh-e Bābur, one of the promenades built by him and still bearing his name, which is also loved by the people of Kabul. This desire for Kabul continued for the duration of the entire empire, mostly one of the Šāhzādehs lived in Kabul constantly.
Primary Language | Turkish |
---|---|
Journal Section | RESEARCH ARTICLES |
Authors | |
Publication Date | December 30, 2021 |
Published in Issue | Year 2021 Volume: 8 Issue: 2 |